27 Eylül 2024 Cuma

Gayya


Bu duyduğu korkunç bir feryadın, liğme liğme parçalanarak acı içinde boğulan ama bir türlü ölmeyen bir ruhun çığlığıydı. Kulak zarları patlayacakmış gibi, amansızca şiddeti yükselen, dur durak bilmeden devam ettikçe eden ve dermanını alıp götüren dehşet verici bir avaz yankılanıyordu. Dövüne dövüne ağlayan birini duyuyordu, yüreği dağlanan, göğsünün ortasında patlayan volkanların saçtığı lavlarla canlı canlı erimenin ızdırabına yakalanmış, kendini yerden yere vurarak haykıran bir figanı acılar içinde dinliyordu. Öyle ki gözleri bile şiddetten sımsıkı kapanmış, beyni titreşim dalgalarıyla denge unsurlarını kaybetmiş, şah damarından kabarcıklar halinde hücum ederek vücuduna yayılan ve elleriyle kulaklarını tıkasa dahi kurtulamadığı bu isyanın baş kaldırış notasına hazırlıksız yakalanmıştı. Acı içindeydi, korku, dehşet, endişe, hayal kırıklığı, umutsuzluk, dövünme, mahcubiyet, mahvoluş, inkar, itiraz, yakarış, yalvarış… ne ararsan var denecek türden sayılabilirdi belki ama bunlar hiç de bir insanın arayabileceği şeyler değildi, zira iyi olan bir tek şeyin bile zerresi yoktu çığlıklarında. Soluksuzca devam ediyor, ayaklarını tepinerek hırsla vuruyor, ne yapsa hıncını alamıyor, öfkesi çaresizliğe dönmüş, seçeneklerin tükenişine, elinden hiçbir şey gelmeyişine, mahkumiyete, fırsatsızlığa, suskunluğa ve kendi benliğinden söküp atamadığı kendine duyduğu nefretle; hüznü azalmak şu yana dursun, daha da çoğalıyordu. Dizlerinin üzerine çöktü, omuzları düşmüş, başını eğmiş, bitap halde teslim olmamak için direniyordu. İnancı köreliyor, gözlerinden akan yaşlar yetmiyor, dermanı tükeniyor, imkanlar el vermiyor ve en kötüsüyse ruhu azalıyordu…

Bir kaç ağaç dışında çorak sayılabilecek, tek katlı yan yana dört evin olduğu, etrafı çitlerle çevrilmiş bir bahçede buldu kendini. Ne insan sesi, ne yaşam belirtisi, ne yeşil bir yaprak, ne bir tutam ot vardı bu bahçede. Terk edilmişçesine ıssız, kapkara bulutların kasveti altında kalmış devasa bir bahçeyi geziyordu. Bir voleybol filesi vardı, koca bir basketbol sahası, bir okul ve sağlık ocağını gördü. Ne bir hemşire, ne tek bir öğrenci, ne de gelene gidene ‘kimse yok’ diyecek bir insan evladı kalmamış, adeta harabeye dönmüş, kimsesiz bir yerdi burası. Koca toprak arazide dizlerinin üstüne çökmüş, saçları sıfır numaraya vurulmuş, başını eğmiş, beş yaşlarında bir çocuk olduğunu fark etti. Öylece hareket etmeden duruyor, nefes alma belirtisi bile vermeyecek kadar donuk görünüyordu. İlginç, rüzgar esiyor ama teninde hiçbir şey hissetmiyor, bir dal kıpırdamıyor, toz bile kalkmıyordu, yalnızca bir salıncak ileri geri usulca hareket ediyordu. Yaklaşıp çocuğun önünde dizlerinin üstüne çöktü, sessizce durdu, öylece bakarken gözlerinden düşen damlaların toprağı çamura çevirdiğini fark etti. Çocuk tükenmişliğin, çaresizliğin, hiçliğin pençesinde direnmekten bitap düşmüş ve savaşmaktan vazgeçmiş, öfke bile duyamayacak kadar bitkindi. Öylece uzun uzun, sessizliğin girdabında kaybolarak, temas etmeden, göz göze bile gelmeden durdular.

‘Beni neden hiç anlamadılar?’ dedi çocuk buruk sesiyle başını bile kaldırmadan. Dazlak kafalı, çelimsiz, bakımsız ve sıska çocuğun sesine inanamamıştı, uzun kıvrık kirpiklerine baktı, kemikli ellerini, ince bileklerini, yenmiş tırnaklarını, boyun yapısını inceledi. Erkek sandığı çocuğun, bir kız çocuğu olduğunu fark etmesi beyninden vurulmuşa dönmesine neden olmuştu. ‘Beni neden hiç dinlemediler?’ dedi çocuk. Başından aşağıya kaynar sular dökülüyor, sanki derisi sıyrılıp yeniden kaynar su dökülüyordu. ‘Beni neden hiç istemediler?’ dedi çocuk. Dizlerine baktı, besbelli düşmüştü, pantolonu yırtılmış, bacağı kanıyordu. ‘Bana neden hiç değer vermediler?’ dedi çocuk. Dizlerinin acısını önemsemediğine, üzüntüsünün bu olmadığına inanamamıştı, oysa bir çocuk yalnızca düştüğünde ağlar, annesine seslenerek sığınmak ister, sarılıp öpülmek, korunmak için annesinin kollarına koşardı, peki neden öyle olmamıştı?

Aniden insanlar belirmeye başladı, bir yandan kayısıları bezin üzerine seren kadınlar, bir yanda odun ateşi üstündeki koca kazanlarda konserve, buğday ve pancar kaynatanlar, bir tarafta güneşte beklettiği salça tepsinini karıştıranlar görünmeye başladı. Komşu kadınlar birbirleriyle gülüşerek konuşuyor, turşu kavanozlarına acı biber, acur basıyorlardı. Ağaçların yaprakları belirmeye başladı, çocuklar ağaca tırmanmış meyve yerken her biri bir dalda oturmuş çocukluklarını yaşıyorlardı. Bahçede bir ambulans vardı, voleybol oynayan kız öğrenciler, basket potasına yükselen erkek öğrenciler, araçlarını sacdan yapılma derme çatma bir otoparka park eden öğretmenler görünüyordu. Bulutlar dağılmış, güneş açmış, yaşamsal fonksiyonların devam ettiği, yaşanmışlığı olan bir bahçe oluşmaya başlamıştı. Burada her şey yolunda, herkes mutlu ve geçimliydi. Sıcak bir mahallenin özerkleşmiş hali gibi bir bahçe içinde dostça, imeceyle yaşayan aileler, ateşte mısır ve firik pişiren babalar, mangal coşkusu, samimiyet, güven ve hayatı ortak yürütmek adına ne istenirse vardı, yalnızca kendi kendine sessizce ileri geri giden boş salıncak ve etrafında bir dünya akarken yanına hiç gelinmeyen, başını kaldırmayan bu çocuk dışında her şey normal ve pembe dizi kıvamındaydı. Birden gece çöktü. Hava kararmış, herkes evine çekilmiş, bahçe keyifli geçen günün ardından inzivaya çekilmiş gibi huzurluydu. Her şey akıp gitmiş, herkes konuşmuş, bir araya gelinip eğlenilmiş ve birbiriyle temasta bulunmayan kimse kalmamıştı, salıncak bile dinlenmek istercesine durgunlaşmıştı, bu küçük kız dışında…

Gece sessizliği iyiden çökmüş, çekirge ötüşleri yankılanırken küçük kız başını çevirip bir evin kapısına içerleyerek, küskünce baktı. ‘Buradaydım, her zaman, hep gözlerinin önünde, yanlarındaydım. Beni neden hiç görmediler? Çok kez koştum anneme, kaç akşam bekledim babamı kapılarda, biliyor musun, bana hiç sarılmadılar. Saçımı kimse okşamadı ama bahçenin ortasında bir tabureye oturtup eğlenerek tıraş ettiler, yüzümü kimse okşamadı, o ellerle bana dövmek dışında hiç dokunmadılar, bir kez takdir etmediler, aferin demediler, kanları bir an olsun kaynayıp öpmediler bile ama bolca hakaret edip bana hep yük olduğumu söylediler. Hasta olduğumda elalem ne der diye mecburen ilgilendiler, herkese kızımız hasta oldu kıyamam, yazık dediler ama o evin içinde hasta olduğum için beni sürekli ezip suçladılar, başıma bir şey gelir, bana bir şey olur diye korkmadılar, başlarına iş çıkardım, masraf oldum diye söylendiler. Biliyor musun üç gün önce kolum çıktı, hareket ettiremiyorum, acısından uyuyamıyorum, bir farklılık olduğunu hiç fark etmediler. Canım çok acıyor ama duyacağım sözleri düşününce çıkık kolla yaşamak daha makul geliyor. Bir kez olsun nasılsın demediler, öfke ve nefret dışında bir şeye şahit olmadım, kaçmak istedim yakaladılar, gitmek istedim izin vermediler, konuşmak şu yana ağladım diye bağırıp bir daha dövdüler. Kardeşlerim var benim, birini arada bir görüyorum, diğeri okula gidip geliyor. Onlar çok kıymetli, seviyorlar, sarılıp okşuyorlar, oy kuzuuum, bitanem diyor annem onları görünce, saçlarını ördü geçen gün birinin, saçlarının çok güzel olduğunu söyledi örerken, diğerine saç tokası aldılar, çok yakışmış babam öyle dedi, benim saçlarım güzel değilmiş öyle dedi babam, örülmüyor, incecik dedi annem, kötü görünüyormuş, kazıyalım gürleşir dedi babam. Uzayınca gürleşecek, annem örecekmiş o zaman, babam toka almaz ama olsun, ince olmadığı için beğenir belki o zaman. Geçen gün büyük kardeşim perdeyi kesip duvak yapmış kendine, annem çok yakıştırdı, babam da çok güldü, komiğine gitmiş öyle dedi, ben de güldüm biliyor musun, herkes mutluydu çünkü, onları her zaman böyle görmüyorum. Ortanca babaannemlerde kalıyor, geldiğinde annem deliye dönüyor, çok seviyorum seni kuzumm dedi dün ona, oyuncak bebek almış annem, hiç beğenmedi ortanca, istemem ben bunu diyip kafasını kırıp kenara attı, olsun yenisini alırız dedi babam, yenisini alacaklar şimdi, birlikte seçeceklermiş. Bebeği bırakıp gitti, belki yarın oynayabilirim annem kızmazsa, kafasını takmak için ne yapmak lazım bilmem ki. Ben bazen bizimkilere yaranmaya çalışıyorum, temizlik yapmak istedim annemin hoşuna gider diye, yardım edeyim dedim, kumandayı yıkadım, babam çok kızdı, suya sokunca bozulmuş, dövdü beni, haklı tabi, kumanda suya sokulur mu hiç, aptal, bozulur tabi. Yastığına yatmama izin vermiyor ortanca, kafam pismiş, çok pis kokuyorsun dedi, annem ne zaman yıkar ki beni, en son kardeşimi yıkadı, beni de yıkar heralde, saçım da yok ya şimdi, bitlenmem nasılsa acelesi yok. Büyük olan pek konuşmaz benimle, oyun oynayalım diyorum itiyor beni git başımdan diye, sıkılıyor galiba benden, sıkılır tabi aklım ermiyor pek onun isteklerine, küçüğüm istememesi normal, belki oynarız ama bir gün. 

Ortanca lunaparka gitmek istedi bugün, babam söz verdi lunaparka gideceklermiş, çarpışan arabalara bineceklermiş, belki beni de götürürler, salıncağa binmek istiyorum, hıphızlı sallanırım belki ne güzel, pamuk şeker istedim de babam kızdı, ne yapacaksın dedi, ortancaya alacakmış, o yiyebilir tabi, koskoca bir yaş büyük sonuçta benden, ben de büyüyünce yiyebilirim. Ben uyurken yastık kenarı sıkıyorum, annem kızıyor, yastığı bozuyormuşum, yapma öyle bir daha dedi, şimdi kolum çok ağrıyor sıkamam ama gece herkes uyuyunca diğer elimle sıkıyorum biraz, sonra bırakıyorum ama, yastık kenarı buruşursa anlar yoksa annem, kızar, kötü görünsün istemiyor yastığın, haklı tabi. Yatağım çok güzel biliyor musun? İki tane tekli koltuğu karşılıklı birleştiriyor babam, tek başıma yatıyorum salonda, yalnız kalınca hiç korkmuyorum karanlıktan, büyük olanın kendi yatağı var, e büyük o sonuçta olacak o kadar, benim de büyüyünce yatağım olacak… 

Küçük kız sustu, derin ve kırgın bir iç çekti, bakışlarını yere indirdi. ‘Bunlar bir gün olduğunda ne olacak biliyor musun? Her şeyi tek başına yapmanın, yalnızlığa itilmenin ve ayakta kalmaya çalışmanın bedelini ödeyeceğim. Bunları yaşayıp yeterince acı çekmemişim gibi, bir de dönüştüğüm kişi olmanın sonuçlarına katlanacak, kendim yapmadığım bir şeyin dönüşümüyle yüzleşeceğim. Onlar şimdi küçüğüm diye bir gün beni kaybedeceklerini bilmiyorlar, bense bunu şimdiden biliyorum, kafama koydum, ne kadar beklemem gerekirse gereksin bir gün gideceğim, gitmekten başka şansım kalmayacak kendimi kurtarmak için biliyorum. Bilmek bazen beni her şeyden çok kahrediyor. İçim öyle acıyor ki, sevdiklerini söylemelerini geçtim, ne olur bir kez sevgi dolu gözlerle baksalar diye ömrüm boyunca salıncağa binmekten vazgeçebilirim. Her sabah korkarak uyanıyorum, beni bugün kim dışlayacak, hangi hakareti edip itecek, babam beni kaç dakika az ya da fazla dövecek, eve ne kadar sinirli gelecek, canımı bağışlayacak mı yoksa öldürecek mi diye korkuyla yaşıyorum bütün günü. Geceleri uyumak istemiyorum çünkü sadece o zaman rahat bırakıyorlar beni ve ben o zamanı uykuda geçirmek istemiyorum. Uyumazsam annem kızıyor, yat uyu diye bağırıyor bana. Onlar göremiyor ama ben hayatım boyunca sahiplenilmeye, sevilmeye, önemsenmeye, dinlenmeye hasret, kurt gibi aç ama bir o kadar da korkup kaçak halinde yaşayacağım. Ben başıma ne geleceğini biliyorum, içimde paramparça bıraktıkları, uhdeye dönüşen her şey ağır gelecek ve bir bir gidecekler benden. Reşit olana kadar esaret içinde yaşayacağım bir diktatörlüğün esiri olarak başkalaşıp dönüşeceğimi ve bir gün onları görmek istemeyeceğimi biliyorum. Beni öldüren ne tokat ne tekmeleri, şu an yanlarındayken göstermedikleri her şeyi bir gün gösterdiklerinde geç kalacak olmaları. Neye yarar ki zamanında fark etmemeleri, neye yarar… Neden beni hiç sevmediler? Hiç konuşamıyorum biliyor musun onların yanında, çok üzülüyorum, kırılıyorum bazen ama belli etmemeye çalışıyorum çünkü kızıyor babam ağlayınca, ben konuşunca sinirleniyormuş, sesimi de hiç sevmiyor, sürekli kes sesini diyip vuruyor bana. Sesim çok kötü zaten benim, babama yakışmıyorum ben, utandırıyorum onu, geçen gün çek şu mendeburu gözümün önünden dedi anneme, elinden kaza çıkacak diye korkuyormuş öyle dedi, annem de odaya kapattı beni, babanı sinirlendiriyorsun öyle durma dedi, erkek çocuğu olsaydım böyle olmazdı belki. Mendebur ne demek onu da bilmiyorum ama iyi bir şey değil sanırım, çirkin demek heralde, yoksa neden görmek istemesin, haklı tabi çirkin bir şeyi neden görmek istesin ki? Biliyor musun bazen o kadar çok inciniyorum, beni sevsinler diye o kadar can çekişiyorum ki, yüzlerini güldürmenin yolunu arayıp duruyorum, biliyorum beni istemiyorlar ama ben mecburum burada olmaya ne yapayım, gidecek yerim yok ki, hiç değilse bağırmasınlar, kızmasınlar diye uğraşıyorum, hiçbir şeyim yokmuş, her şey yolundaymış gibi davranıyorum, gülüyorum hep, ne isterlerse yapıyorum, şaklabanlık yapıyorum bazen sinirli olduklarında, dövecekler beni çünkü biliyorum, her gece yatağa dayak yemeden girmenin yolunu aramaktan yoruluyorum, bazen uyumamakla cezalandırıyor babam beni, ne yaptığımı bilmiyorum, babamın bir bildiği vardır heralde, kızdırmışımdır muhakkak onu. Bütün gün evin psikolojik atmosferini incelemekten halsiz düşüyorum, oyun oynamaya dermanım kalmıyor bile. Görünür olmaya çalışmaktan, sevilmeye layık olmaya çabalamaktan bıktım usandım, göğsüme vura vura bağırmak geliyor içimden bazen ama susuyorum, susmazsam babam sinirleniyor, evin huzurunu kaçırıyormuşum annem öyle dedi. Geçen gün çerçi geldi, cips aldı arkadaşlarımın anneleri hep, annemden istedim de kızdı, pismiş onlar yenmez dedi, karnım da acıkmıştı, acıktım dedim, işi varmış yemek yapamam şimdi, git oyna hadi dedi. Ama ben zekiyim, annemden habersiz çantasından bir kuruş aldım, cipsi bir köşede gizli gizli saklanarak hızla yedim, sonra babamın bakışlarını hissettim üzerimde. Annem çantasından para aldığımı söylemiş babama, hırsız dedi bana, çok dövdü, çok, çok, çok dövdü, düşüp kafamı vurdum, bak şurda biraz yara var, güneş vurunca acıyor bazen, daha iyileşmedi ama olsun cips yedim, tadı da güzeldi he. Bir köşede mandallarla oynuyorum, oyuncağım yok hiç benim, iki kardeşime hep almışlar bana da mı alacaklarmış, masraf tabi, yeteri kadar almışlar zaten, bir de bana alacak paraları kalmamıştır haliyle. Ben büyüyünce ne istersem alacağım biliyor musun. Şimdi istemiyorlar beni, o kadar gücüme gidiyor ki, büyüyene kadar şimdiki anlatma isteğim kalmayacak, duyulmak için çaba göstermek bile istemeyeceğim, hep içime atıp susacağım, bir gün onları görmek istemeyeceğimi bilmek darmadağın ediyor beni. Ne olduğunu bilmediğim bir suçu yüklenmek o kadar ağır ki.. arkadaşlarımla oynuyorum bazen, onlar da çamur oluyor ben de, onlara anneleri hiç kızmıyor, benim annem çok bağırıyor bana, söyleniyor, bir sürü işin gücün arasında bir de benimle uğraşmaktan nefret ediyor, çalışıyor tabi haklı kadın, benimki şımarıklık. Biliyor musun bazen bilerek yapıyorum bana dokunması için, çünkü bir tek üstümü kirlettiğimde temizlerken dokunuyor bana. Herkesin bakışlarından anlıyorum nasıl olduklarını, ne düşündüklerini, bakıyorum onlara, sinirliler mi, kızgınlar mı bilmek zorundayım, beni ne beklediğini, bana ne yapacaklarını analiz etmek zorundayım, kendimi koruyamıyorum onlara karşı ama en azından başıma ne geleceğini önceden görmüş oluyorum ve ne olacaksa bir an önce olsun bitsin, dövecekse dövsün, sövecekse sövsünler istiyorum, beklemek geriyor beni. Hep gözlerine bakıyorum, ses tonlarını dinliyorum, yüzlerini izliyorum ama onlar bana hiç bakmıyor, çocuksun sen deyip gönderiyorlar hemen yanlarından. Bu salıncağı ben istemiştim biliyor musun, ilk defa istediğim bir şeyi yaptı babam, o kadar mutlu oldum, o kadar sevindim ki görünce, ne kadar kıymetli benim için anlatamam. Tabi ama ben söylemedim babama, kızar çünkü şımardım diye, arkadaşıma söyledim o istedi babamdan, hemen yaptı salıncağı ama beni bindirmiyor babam, salaksın sen düşer bir yerini yaralarsın uğraştırma beni dedi, düşerim haklı, bak dizlerime, anneme salça karıştırırken yardım edeyim diye koşarken düştüm, beceremiyorum bir şeyi. Biliyor musun azalıyorum, o kadar çok ki içimde yaşayan duygular, boyumu aşıp taşıyor, duramıyorum, yemek yiyemiyorum, baş edemiyorum, onlarla nasıl yaşayacağımı hiç bilmiyorum, kimse de öğretmiyor zaten, midem ağrıyor hep, bir köşede yalnız başıma oturmak istiyorum, o zaman geçiyor biraz sakinleşiyorum. Konuşmak, gevezelik etmek için can atıyorum sanıyorlar, aslında hiç alakası yok, konuşmasam da olur, yeter ki kötü söz, kötü bakış, kötü davranış görmeyeyim, susmaya, yalnız kalmaya da razıyım. Çok canım acıyor, eziyor beni içimdeki duygular, konuşamıyorum ya bir de, duygularımdan da dayak yiyorum, en kötüsü de babamın dövdüğünde verdiği acı bile geçiyor ama hissettiklerimin acısı o kadar derin, o kadar binbir parça ayrı ayrı acıyor ki, geçmiyor. Çok ağır, yıpratıyor beni, boğazımda bir düğüm gibi kalıyor, yutkunamıyorum bile, gözlerim doluyor sonra ama hemen toparlıyorum kendimi. Çok sevmek istiyorum, çok ama çok sevilmek istiyorum, şimdiye kadar sevemediklerim, sevilmediklerimin yerine, korkmadan, özgürce, kaçmadan içimdekileri dışa vurabilmek istiyorum ama bir gün birini çok severim diye çok korkuyorum, sürekli dizginlediğim bir şey boşalırcasına ortaya çıkarsa ne olur, ne yaparım hiçbir fikrim yok, ben onları baskılamaktan başka bir şey öğrenmiyorum burada ve gittikçe kaybolduklarını görebiliyorum. Canımı her şeyden çok içimdeki volkan yakıyor, cehennem gibi içim, durmadan yanıyor, göğsümü sıkıştırıyor, nefesim kesiliyor sürekli. Değerimin anlaşılması için ölmem gerektiğini düşünüyorum bazen ama onu da ben göremeyeceğim, hem ya önemsemezlerse, kurtulduk derlerse diye aklımı kaçıracak gibi oluyorum. Bu benim seçtiğim aile değil, belli ki onlar da beni pek isteyerek seçmemişler, kendime bir aile seçmek istiyorum ama ya bir gün babama benzerse evleneceğim adam? Bu korku beni çember gibi sarıyor, sıkıştırıp esiri yapıyor. Ya onu çok seversem ve beni hep döverse, ya küçümser değer vermezse, ya aldatırsa beni? Öyle çok korkuyorum ki, kolum kanadım kırık yaralı kalacağım, kendimi koruyamayacağım diye ödüm kopuyor. Kendimle yaşıyorum ben, kendimle öğretmencilik oynuyorum, hayali öğrencilerim var ders anlatıyorum onlara, istemediğiniz çocuğu yapmayın diyorum, vurmayın, sevin, güven verin, dinleyin diyorum ama kötü tarafı ne biliyor musun, ben bunların ne olduğunu bilmiyorum. Bazen bir anlığına unutmak istiyorum babamın kızdığını, iyi bir ruh halini yakalayıp fırsatçılık yapıyorum, kolunun altına sokulacak oluyorum, sen yine unuttun, dinlemiyorsun tabi, aklın başka yerde, kalk şurdan diye kızıp kovuyor beni yanından. Bazen sigara istiyor benden, uzatıyorum, elime sadece o zaman dokunuyor, o da bir şey, hiç değilse o zaman tiksinmiyor benden. Neden kimse anlamadı beni? Bir kez olsun sadece bakışlarımdan anlaşılmak isterdim, hiçbir şey anlatmadan, belki de özgürce içimde birikenleri ağlayarak atmak isterdim. Ben tükeniyorum, susmak öyle zor ki, hayatımın geri kalanında konuşamayacak, anlatamayacak ve anlaşılamayacak olmak öldürüyor beni, içimde bir cenaze var ve onun çürüyen, kokan bedeniyle yaşıyorum. Bir şekilde yaşıyorum ama biliyorum ki içim günden güne hiçlikle dolacak ve ben bununla yaşamaya mahkum olacağım. Bunca sevgiyi, bu denli şefkati isterken, hiç düşündün mü dolu dizgin, dalga dalga sevmek isteyip bunun elinden alınmış olmasının nasıl bir çaresizlik oluğunu? Olması için her şeyini verebilecekken, ne yaparsan yap olmayacağının kabullenişinin, kabul etmek zorunda kalmanın nasıl bir yük olduğunu hiç düşündün mü? Her şeyi tek başıma yapabilirken; birinin kollarının altında, göğsünde saklanmak isteyip bunu yapamayacağını bilmenin nasıl bir şey olduğunu? Geberiyorum, ölüyorum aşık olmak, tamamen kendimi bırakıp ait olmak, kırk yılda bir güzel bir duygunun beni sarmasına müsade etmek için, hiç benim gibi olmanın nasıl bir şey olduğunu düşündün mü? Bugüne dek sözde iyiliğimi isteyen ailem ya da başkalarının seçimlerini yaşadım, beni olduğum yere kendi seçimlerim getirdi, dik durmak için verdiğim çabanın, düşmemek için gösterdiğim direncin ve pes etmemek için verdiğim mücadelenin ne büyük bir savaş olduğu aklına hiç geldi mi? Düşmek, bir an durmak, pes etmek, sızlanmak, şımarmak için lüksünün olmaması, sakladığın yaraları bir an ortaya çıkardığında yine kanatılarak bırakılması nasıl bir şey biliyor musun? Ben herkesi bir gün affedeceğim, biliyorum onlara benden daha kötü davrandılar, daha fazla ayrımcılık ve baskı yaptılar, onlar da bilmiyor ne yaptıklarını. Onları affedeceğim ama bunu onlar için değil kendi iyiliğim için yapacağım ve onlar bana ne yaptıklarını, bana ne olduğunu hiç anlayamayacaklar. Bir çağlayan gibi coşkun olmak isterken sürekli durmaya zorlanmanın getirdiklerini, baskılanmanın, engellenmenin, ket vurulmanın benden aldıklarının boyutunu hiç düşündün mü? Hayatımdaki hiçbir erkek evlenmek istemedi benimle, oysa ben bana verilmeyen her şeyi verdim onlara. Anlayışla yaklaştım, dinledim, sıkmadım, baskılamadım, sevdim, sadık kaldım, kendimi adayıp tamamen ait oldum, bana yapılmasını istediğim şeyleri yaptım onlara. Dinlerken sözlerini bölmedim, anlattıklarını, yaşadıklarını kınamadım, insanız başımıza her şey gelebilir dedim, destek oldum, kendilerindeki cevheri fark etmelerini, güvende hissrtmelerini sağladım, yanlarında ve gerekiyorsa bir adım arkalarında oldum, ben güçlüydüm ama gücümü devrettim, yöneticim, liderim olsunlar, erkek olmanın ne olduğunu benimle yaşasınlar istedim ve dişilikse onu da özgür bıraktım. Sonra ne oldu biliyor musun? Kendi sıkıştıkları dünyanın içinden onları çıkaran kişiyi vurdular önce, teşekkür etmediler ama bir an insanlık belirtisi gösterdiğimde önce beni aşağıladılar, bana enerji ve güç vermek için emek sarf etmediler, ben kendimde olanı beslemeye, sabit tutmaya çalıştım, bir gün dermanım kalmadığında yine suçlandım. İnsan nankör, bencil ve ne yazık kibirli, ben yardım eli uzattım ama onlar önce bana kızıp, daima önce beni gözden çıkardılar, sözle, sözle olmazsa ses tonuyla kırdılar. Hayatlarına her kattığım şey için bunlar mümkün müymüş, ne güzelmiş dediler ama nasıl mümkün olduğunu, bunu kimin mümkün kıldığını es geçip kendi yaşadıkları hisse odaklandılar, onlara bu hissi verenin de buna ihtiyacı olduğunu, aynalamalarını beklediğimi, öğrenmelerini istediğim için yavaş yavaş aktardığımı anlayamadılar, akışa o kadar hayran kaldılar ki barajın yıkılacağını akıllarına getirmediler. Kendilerinde keşfetmelerini sağladığım her şeyin mümkünlüğüne hayret ettiler ama benim onlarda açtığım kapıları ve farkındalıkları görmezden geldiler. Söylemeden anlamadılar, anlatmadan fark etmediler, ben onları da düşündüm onların yerine, onlarsa sadece kendilerini düşünüp şikayet ettiler, yardım etmek yerine kızıp, kınayıp köşeye ittiler. Olan bitenin yanlış olduğunu, haksızlık ettiklerini fark ettiklerinde ise artık geç kalmışlardı.  Sabırla, bağırmadan, kırıp dökmeden, bana verilmeyenleri bile vererek ilerledim ama sonunda canımın yangınıyla bir damla su bile olmadan ortada kaldım. Hayatımdan eş olma, anne olma, aile kurma düşüncelerini çıkarmak zorunda kalmanın nasıl bir sancı olduğunu anlayabilir misin? Ben baktığımda olanı değil, potansiyeli ve olacak olanı da, başıma sonunda ne geleceğini de, baktığım kişinin hangi evrede olduğunu da görüyorum. Bunlara rağmen bile bile ümit ederek, belki öyle olmaz diye tutunmaya çalışarak o kadar çok bekledim, o kadar çok kendimden verdim ki, anlaşılmamayı kabullendim, beklentimi kenara bıraktım ve kendilerindekininin ortaya çıkmasına duydukları şaşkınlıktan beni göremediklerini sızlayarak izledim ve bir gün bende de verecek bir şey kalmadı. Beni düşürdüler ama kalktığımda yalnızdım, beni yok saydılar ama var olduğumda yalnızdım, beni tek başıma bıraktılar ve biliyor musun günün sonunda sadece yalnız kalmaktan zarar görmedim. Her hücrem anlaşılmak için can atarken, dinlemek yerine suçlanmanın, vazgeçmenin, kabullenmenin kırgınlığını bilebilir misin? Biliyor musun, ben suçlanmaya da alışığım, unutkanlıkla, umarsızlıkla, karanlık bakışlarla, vicdansızlıkla… Beynimin duygusal gelişim yaşı üç, konuşmayan bir bebeğin bile davranışlarından, ağlamasından, bakışlarından halini anlarken, 33 yaşında bir kadının çocuk olması ne demek anlayabilir misin? ‘Yok bir şey’ cümlesinin ardında ne çok sitem, ne denli anlaşılma açlığı, ne kadar yakarış var tahmin edebilir misin? Edemezsin çünkü benim anlatmama dil, sembol, grafik, materyal yetmez, çünkü duygularım kelimelerle ifade edilecek kadar az değil, anlaşılmamanın susmaya daha çok ittiğini, konuşmaktan yorulmanın, konuşmanın da faydasız olduğunu anlayabilir misin? Ben anlatırım ama anlamak istemediğinde, öfkelendiğinde, kızgınlıkla, nefretle baktığında susarım. Sen konuşmasan da olur, ben seni bakışlarınla anlarım, peki ya sen sustuğumda içimdeki cehennem azabının işkencesini anlayabilir misin? Elini vicdanına koy, sen olsan susmayı mı yoksa konuşmayı mı seçersin? Sen içinden konuşursun ben duyarım, sen içinden bağırırsın ben duyarım, konuşmadıklarını da duyarım, konuştuğum halde duyulmuyorsam, artık kendimi yormanın faydası kalmamıştır. Sonunda vazgeçtim, aşık olduğum ilk adam öldüğünde, evleneceğiz sandığım adam başkasıyla evlendiğinde, seviyor sandığım kişi bir yalanın içinde beni yok ettiğinde vazgeçtim. Sustum, günün sonunda duygularımdan kaçmaktan başka şansım, çarem kalmamıştı, söylesem ne fayda, yalnızlığa sığınmak daha kolaydı. Bunca zararın sonunda hissetmekten vazgeçmemek de kendi kul hakkıma girmek değil mi?

Sürekli bomboş hissediyorum, eskiden olduğum kişi değilim. İçimdeki tüm iyi şeyleri kaybettim, tüm mutluluğu, keyif almayı. Bir hiçmişim gibi hissediyorum. İnsanlar biraz düzeldiğimi sanıyor, idare ettiğimi sanıyorlar, arada kederlenince geçici diyorlar ama değil, artık hep böyleyim. İyi değilim ama normal halimi hatırlayıp onun taklidini yapıyorum ama ben aslında buyum, tekrar normal olmak istiyorum ama olmayacağını bilmenin hüznünde sıkışıp kalıyorum. Çünkü sustum, ümidim de, beklentim de, hayalim de yok, artık kelimelerin gücüne inanmıyorum.

Lilith.

Cerrahpaşa / İstanbul 



Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...