Bir kişinin başka birinin inandığı doğruları, istek ve arzularını, davranış şekillerini kendi istek ve düşünceleri çerçevesinde yönlendirme, değiştirmeye çalışma, yalan söyleme, kandırma ve kendi çıkarları için insanları kullanmanın gizli yolu: Manipülasyon. Duygusal şantaj yaparak, hakaret ederek, öfkeli beden dili kullanarak, söylenilenlerin anlamını kendi çıkarları doğrultusunda çarpıtarak değiştirmeye çalışan, kasti olarak müdahale eden, üzerinizde güç sağlayan ve sizi suçluluk duygusu ile dolduran kişi: Manipülatör.
İnsanlar alemi olarak üç aşağı beş yukarı değişen sayılarda denk geldiğimiz bu insanlar kişiye oldukça büyük zararlar verebilir. Mağdur kişi kendi zekasını, mantığını, duygu, davranış ve iradesini sorgular hale gelir ve durum yavaş yavaş patolojik bir hal almaya başlar. Aslında kişinin duygu ve düşünceleri üzerindeki kontrol yetisini kaybetmesi, gerçeklik algısını yitirmesi, kendi duygu ve düşüncelerine inancını sorgulaması travma olarak kabul edilir ve kişinin manipülasyona maruz kaldığını anlaması bazen yıllar boyu sürebilirken bazen hiç fark etmeyebilir. Zihinsel ve duygusal çarpıtma yoluyla güç, kontrol, fayda ve imtiyaz sağlama amacıyla sergilenen bu davranış ve tutumlar, kişiyi etkisi altına alarak, duygusal açıdan kişinin ciddi anlamda kısıtlanmış hissetmesine neden olabilir. İlişkilerde güven kaybı, mutsuzluk gibi önemli sorunları beraberinde getiren manipülasyon, hayatı olumsuz etkiler. Duygusal manipülasyonun kasıtlı bir davranış ve tutum olduğu düşünülmemelidir, zira bu bir iletişim sorunu olarak görülür. Ancak; manipülatörün kişilik yapısının benmerkezci olması bu süreci ortaya çıkaran temel nedendir. Çözüm istiyor gibi görünmesine rağmen, aslında karşısındaki kişinin kendini kabullenmesini amaçlar…
Manipülatör, ısrarla kendi isteklerinden bahseder ve bunu yaparken karşısındakinin ihtiyaçlarını hesaba katmaz. Karşısındaki kişi kendi isteklerini ifade etmeye çalıştığında da bunları geçiştirerek, değersizleştirerek, dalga geçerek ya da suçlayarak görmezden gelir. Çoğunlukla karşısındaki kişiye durumu değerlendirmek ve ölçmek için gerekli zamanı tanımaz, böylelikle kendi isteğini gerçekleştirmesi kolaylaşır. Bir sorun meydana geldiğinde sürekli kendini haklı göstermek, mağdur rolüne girmek, karşısındakine kendini kötü hissettirmek gibi tutumlar sergilemeleri yaygındır. Başkaları ile koalisyonlar kurup kendi taraflarına çekmek, mağdur kişiyi haksız göstermek için başvurdukları yollar arasında yer alır. Dürüstlük adı altında patavatsızca konuşmalar yapar ve sıklıkla şaka yapıyorum derler. Oysa kolaylıkla yalan söyleyebilirler ve doğrusunu bildiğiniz konularda bile kendinizden şüphe etmenize neden olurlar.
Genellikle manipülatörler istediklerini elde etmek, egolarını korumak veya davranışlarının sorumluluğunu almaktan kaçınmak amacıyla manipülasyona başvururlar. Eşlerini kontrol etme, onlara hükmetme veya istekleri kabul görmeyip sınır çizildiğinde onları cezalandırma ihtiyacı hissedebilirler. Manipülatif davranışlar sergileyen kişi çocukluk dönemini kötü geçirmiş olabilir. Temel ihtiyaçlarının karşılanması veya ebeveynleri tarafından cezalandırılmamak için manipülasyona başvurabileceği gibi, ebeveynleri tarafından manipüle edilmiş de olabilir. Dolayısıyla çocukluk dönemlerinde bu davranışları gözlemleyip deneyimlediği için başkalarıyla da bu şekilde ilişki kurabileceğini öğrenmiş olabilir. Bağlanma sorunları olan ve yüksek derecede kaygı problemleri olan kişilerin duygusal manipülasyona başvurma olasılığı daha yüksektir. Diğer yandan bu tutum ‘make ur choice’ yazımda belirttiğim 1 ve 2 numaralı durumlarla da ilişkilidir.
Manipülasyon her zaman bir eş tarafından yapılmaz. İşveren, aile, iş arkadaşları, arkadaşlar ve hatta kendi kendimizi de manipüle ederek travmatize hale getirebiliriz. İşverenin yetersizlik ve beceriksizlik hissi vermesi kendimizi sorgulamamız ve daha fazla kanıtlamaya çalışma çabasına girmemize neden olur. Aile davranış ve tutumu en baştan beri öğrendiğimiz kişilerin empoze ettiği, 0-7 yaş arası biliçaltımızı yıkayan ve belki bugün olduğumuz kişi olmamıza neden olan yapıdır. İş arkadaşlarının alay ve dalga konusu olma korkusu ile yaşamak bir başka manipülasyon çeşidi sayılır. Arkadaşlarımız, bizim hayat içinde ince eleyip sık dokuyarak seçtiğimiz seçilmiş ailemizdir. En zor günlerimizde dahi onlarla yapılan paylaşımlar bizi bir nebze de olsa rahatlatır. Fakat alaycı üslup ve aşağılayıcı sözler sarf edip, kişiyi küçük düşürücü ve onurunu zedeleyici davranışlarda bulunarak manipüle edebilir ve kendi doğrularını yaptırma dayatması uygulayabilirler. Örneğin: Görüşmeyi dilediğiniz kişi yağmurlu havada dışarı çıkmak istemediğinde, o karı sana bakar mı şeklinde geri dönüşlerle kendinizi kötü hissetmenize ve gerçek nedenini bilmediğiniz duruma inanmanızı sağlayabilirler. Başkaları adına ‘yalan söylüyor, seni kandırıyor, bak başkası var, keyfi yerinde, seni umursamıyor, kendini ne sanıyorsun, sen kimsin, buna değmezsin’ şeklinde yorumlarda bulunarak, muhatap olmanız gereken kişi ile aranıza çin seddi örebilirler.
Kendimizi manipüle etmemize gelecek olursak: Bu durumu diğerlerinden ayıran başlıca nokta, bir başkasının manipülesinden daha tehlikeli ve korkunç olmasıdır. İçimize düşen bir kurtcuğun, derin düşünceler içinde dallanıp budaklanıp kontrol yetimizi elimizden almasıyla sonu gelmeyen bir döngüye gireriz. Kendimizi kandırılmış, hakarete uğramış, aldatılmış ve terk edilmiş hissettirene ve buna ikna olana dek düşüncelerin kara deliğinde süzülüp dururuz, çünkü hak ettiğimizin bu olduğuna olan güvenimiz, başkasına olan inancımızdan daha büyüktür. Acaba bana yalan mı söylüyor, beni bırakacak mı, beni sevmiyor mu, ben buna değmiyor muyum, benimle dalga mı geçiyor, başkasına beni anlatıp arkamdan alay mı ediyor, ya başkasına giderse, zaten beni neden sevsin ki, o gece neredeydi, benden habersiz biriyle görüşüyor mu, ben sevgiye layık değilim, ben bok gibi biriyim zaten, kesin beni kullanıyor, sadece sevişmek için beni istiyor, istediğimi yapmıyor demek ki önemsizim, beni hiçe mi sayıyor, hiçbir önemim yok mu… gibi gibi devam eden bir çok sorgu ve soru ile koca bir baş ağrısı ve yanılgı okyanusunun içerisinde kendimizi boğarız. Kendi içimizde henüz tanımadığımız, daha doğrusu irdelemekten korktuğumuz tüm zayıf noktalarımız aniden başımıza bir uğultu gibi çöker ve partnerimizin cevaplaması gereken soruları kendi kaygılarımızla yoğurup kendi hak ettiğimizi düşündüğümüz biçimde cevaplarız. Kendi içimizde durduramadığımız tüm kaygı sorunlarını temeline inerek çözmek yerine yok etmeye ve yine görmezden gelmeye çalışırız. Beyin yalnızca maddesel ya da cisimsel tehditleri değil, duygusal tehlikeleri de algılar. Kendi yapısının gelişme şekline göre algıladığı duyguları bazen tehlikeli olarak adleder ve savunmaya geçer. Ne yazık ki bu tehlike her zaman gerçek olmadığı gibi bizim algılarımızın yanlış kodlarıyla çalışır ve savunmamız da yanlış kodların yanlış mekanizmasıyla çalışır. Bazı durumlarda beyin henüz milisaniyelik analizini yapıp durumu tanımlamadan vücudumuz tepkimeye girer, örneğin midemiz. Bu durum ‘konversiyon’ ya da ‘dönüşüm mekanizması’ olarak adlandırılır. Duyguların içeride bastırılması sonucu fiziksel tepkimeyle ortaya çıkmasına neden olur ve somatizasyon ismi verilir. Ve çoğunlukla acınıza neden olan şey, aynı zamanda iyileşmenizi, ağrınızın dinmesini sağlayacak olan kişidir, çünkü midede oluşan ağrılar sevgi, aidiyet ve bağlarla ilgilidir, bu nedenle en hassas noktanız ağrıyan bölgenin temsil ettiği ögelerdir.
Başkası yerine karar vermek, fikir almadan, iletişim kurmadan, doğru yanıtı ve sebepleri öğrenmeden yapacağımız tek şey işkenceden ibarettir. Bazen susarak, bazen görmezden gelerek, bazen kendimize kötü olanları hatırlatarak yalnızca kendi cezamızı keser ve kendi manipülasyonumuzun kurbanı oluruz. Peki bu mağduriyet ne kadar gerçek? Bizi önünde sonunda mağdur olma isteğiyle yakıp kavuran şey tam olarak ne? Kendimize hangi sebepten acıyor ve acınacak hale düşmek istiyoruz? Kafamızda oluşan yanlış biçimlenmiş dünyada, neden kehanetlerimiz kendisini gerçekleştirsin diye arzu duyuyoruz? Bizi gerçekten iyi ve güzel olanı hak etmediğimize ikna eden şey tam olarak ne? Sevilmeyeceğimize olan bu derin inanç neden yerini sevilebileceğimize ikna olmaya bırakmıyor? Aklımızın içindeki tüm negatif düşüncelere hak verip ikna olurken, pozitif olanların başımıza gelemeyeceğine nasıl bu kadar eminiz? O halde dönüp kendinize sorun: Ben değersiz miyim? Ben hiç kimse miyim? Ben kendisini sevmeyi başaramamış kan davalı mıyım? Ben sadece kendim olarak sevilemez miyim? Korkmadan, güven içinde kendimi ifade edemez miyim? Yalan söylemeden, manipüle etmeden de tercih edilemez miyim? Birinin sevdiği, iki gözünün çiçeği, tek değeri olmamam için, kendimi buna layık görmemem ve kendime bunu yakıştıramamam için sebep ne? Ben neden sevilmeyeyim?
Lilith.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder