24 Nisan 2025 Perşembe

Betrayal

Kadın elindeki içkiyi terastaki masaya bırakıp tırabzanlara dayandı. Etraftaki villalar manzarayı kapatıyor, denizi görmesine engel oluyordu, zaten görünen seviyeye de boyu yetmiyordu. Kafasını eğdi, bakışları havuza ruhunu serbest bırakırcasına daldı. Kafasından hiçbir şey geçmiyordu, düşünmek bir yana dursun, aklını düşünmeye bile ikna edemiyordu, amaaan dedi kendi kendine, düşünemiyorsam düşünecek bir şey yoktur diye geçiştirdi. Evin içinden Sagopa Kajmer- Gölge Haramileri parçasının sesi geliyordu. Kadın derin derin daldığı sırada adam şarkıya eşlik ederek yanına geldi. ‘Nuşirevan’dan handan ummam ne demek?’ dedi. Kadın dikkatini toplayarak derin bir nefes aldı ve daldığı yerden çıktı. ‘Nuş-i revan, Nuşirevan-ı Adil, İran tarihinde Sasani soyuna mensup bir hükümdar, gerçek adı Hüsrev, Kisra diye de bilinir. Babası I. Kubad öldükten sonra tahta geçmiş, halk ve asker için reformlar yapmış, filozoflara saray kapılarını açmış, tıp merkezleri kurmuş, bizansla yaptığı bir savaş sonrası barış görüşmelerinde hastalanıp ölmüş. Hikmetinden sual olunmaz hünkarımız edepli, daima mazlumun yanında ve ahlak duygusu yüksek olduğu için döneminde yaşamaya mazhar olan şairler falan kendisine methiyeler dizerlermiş. Öyle adaletli ki Kanuni Sultan Süleyman’ı, Yavuz Sultan Selim’i falan överken de Nuşirevan’a atıfta bulunur, onunla anarak gururlandırırlarmış. Ama gel gör ki insanı iyiye ve güzele, dünya ve ahiretteki mutluluğa sevk etmek için tasavvuf nasihatları yazdıran şahımız hiç gülmeyen, yüzü asık, fazla ciddi bir hükümdarmış. Handan gülmek, gülümsemek demek, Nuşirevandan adaleti, dürüstlüğü, iyi ve güzeli beklerim çünkü onda bunlar var ama hiç gülmediği için gülmesini bekleyemem, Nuşirevandan handan ummam, yani olmayacak işe amin demem demek’ dedi kadın. ‘Öylesine sormuştum, nerden biliyosun sen bunu?’ dedi adam. Kadın alaycı bir sesle ‘Eski Tasavvufçuya zerdüştü sormak da ne bileyim’ dedi. ‘Aaa doğru unutmuşum, zerdüştlük de garip bir mesele mesela. O devirlerde inanç arayışı mı yoksa kullanmak için bir dal bulma arzusu mu vardı acaba. Zerdüştlüğü anlatsana biraz’ dedi adam. ‘Ohoooo Ahura Mazda’dan Yunanistan’a kadar gider o konu. İyi ve kötüyü ayırmak üzerine kurulmuş bir düşünce ve yaşam biçimi sayılabilir aslında. Yeryüzünü insanın varlığıyla kirletmemek gerektiğine inanır, ölüleri gömüp toprağı ziyan etmek yerine yüksek bir yere bırakıp akbabalara falan yem ederlermiş. I. Kubad döneminde hafiften bir kominizme doğru kaymaya başladığı söylenir. Hatta Engels’in, Lenin’in falan önünü açan adımların bu dönemde Mazdek tarafından zerdüşiliğin içeriğini değiştirerek attığı söylenir. Amaaaaaan uzun mesele tarihteki en eski vahiy usullü tek tanrılı inanışlardan biri diyip geçelim’ dedi kadın. ‘Bir cümlelik şarkı sözünün altından neler çıktı görüyo musun. Sagopa bunu nerden bulmuş da kullanmış acaba?’ dedi adam. ‘Sagopa dediğin adam Fars dili ve edebiyatı mezunu, Nuşiravan’ı bilmemesine imkan yok’ dedi kadın. Adam bir an duraksadı, aklındaki şeyi söyleyip söylememek arasında kısa bir süre gidip geldi. ‘Sagopaya bişey hissediyo musun?’ dedi. Kadın gülümseyerek ‘Yunus olmasa tercümansız kalırdım’ dedi, adamın yüzü asıldı. Kadın muzipçe güldü ‘kıskançlık ifadesi mi o?’ dedi ve bakışlarını havuza tekrar daldırdı, adam konu açmaya çalışsa da başaramamıştı.

Bir süre sessizliğin ardından kadın ‘Nasıl başladı bu?’ dedi. Adam derin bir nefes aldı, teslim olmuşçasına mahsunlaştı ‘her zamanki gibi bir gündü aslında, yine saçma sapan sorunlar ve deli gibi trafikle başlayan bir sabahtı. Üzerimi değiştirip sahaya indim. Rutin şeylerdi işte, formen yanıma gelir şefim şöyle oldu diye bahane üretir, saha mühendisi zırvalar, kısım şefi savunmaya geçer, ben sinirlenirim ve tam o anda sen uzaktan coşkulu bıcır bıcır sesinle bağırıp günaydın şefiiiiim derdin yüzüm gülerdi. Formen yanıma geldi saçmalıklarını sıraladı, mühendis zırvaladı, kısım şefi savunmaya geçti, ben sinirlendim ama senin sesin gelmedi. Etrafıma baktım belki aşağıdasındır, tünelde ya da ofistesindir diye düşündüm, birazdan gelir dedim. Çünkü o saatte daima orada olurdun. Ama gelmedin. İçimde garip bir boşluk oluştu, merak ettim, gözlerim aradı, belki işin vardır geç geleceksindir dedim ama gelmedin. Bütün gün dalgınlaştım, kafam yerinde değil gibiydi, elim ayağım tutmuyor her şeyi düşürüyordum, hiçbir şeye odaklanamadım. Ne oluyor bugün bana dedim ve şok geçirdim, seni düşündüğümü fark ettiğimde kafamdan aşağıya kaynar sular döküldü. İnkar ettim, şantiyede kafa dengi bir tek kişi var onu da merak etmem normal dedim. Ertesi gün yine sesin gelmedi, sonraki gün yine göremedim. İçim içimi yemeye başladı. Kafamı toparlayamadım bir türlü, aklımda sadece sen vardın, ofisimin önünden her geçene sen misin acaba diye bakıyordum, garip bir şekilde içim sızlıyordu. İnkar etsem de görmek istiyordum seni, oralarda bir yerlerde olduğunu bilmek, telsizden bir an sesini duymak, sahadan bağırma ya da kahkaha sesinin gelmesi, tenine karışmış parfüm kokunu solumak, bir kedinin peşinden koşmanı izlemek, gruplardan bir mesaj, bir bilgilendirme maili attığını görmek, her sahaya çıktığında ya da ofisine dönerken kapının önünden geçtiğini görmek. Görmek ya, görmek istiyordum. Aramak istedim ama neredesin, erkek arkadaşın yanlış anlar mı, müsait misin bilmiyordum, birlikte yaşadığınızı biliyordum, ararsam sorun çıkar mı bilemediğimden arayamadım. Bir bahane bulup birimdekilere seni sordum, hasta olduğunu söylediler, içim hem iyileşince geri geleceksin diye rahatladı, hem hastasın diye üzüldüm, hem de kendimden korktum çünkü sana bakan, ilgilenen kişi ben olmalıyım isteği doğdu içime. Zaten bizim birbirimizi her gördüğümüzde sarılma merasimimiz de senin iyileşip dönmenden sonra başladı. Bağrıma basmak istiyordum seni, öpüp koklamak geliyordu içimden ama masumane bir sarılmayla kalıyordu.’ dedi adam. ‘Ben hiç farkında değildim bunların, hiç anlamadım. Sadece son zamanlarda iyi olmadığını, bunun kişisel bir sorundan kaynaklandığını biliyordum. En son benim ofise geldiğinde bir gün her şeyi anlatacağını söylemiştin, insan bazen eşine bile her şeyi anlatamaz, hazır olduğunda istersen paylaşırsın diye düşünüp ısrar etmedim sadece’ dedi kadın. ‘Şu senin anlayışlı ince düşüncelerin beni öldürüyor, ne kadar hasretim daraltılmamaya biliyor musun. Mesela eşime sorsan, insanın her şeyi eşiyle bile paylaşamayacağını, sosyal bir alan, bir çevre gerektiğini, bundan kırgınlık duymanın gerekmediğini, ona güvensizlik olmadığını anlamaz, kişisel algılar hemen değersizleştirdiğimi düşünürdü. Sana bir gün anlatırım dediğimde artık göğüs kafesimin bile yandığı zamanlardı, boşanmaya karar verip bunu dile getirdiğim, bu şekilde devam edemeyeceğimi kabul ettiğim zamanlardı’ dedi adam. ‘Peki evli bir adamın bende bulduğu neydi?’ dedi kadın. ‘Evli bir adamın değil, bence erkeklerin sende ne bulduğunu sorman daha doğru olur. Sana hayran bir ben değildim, sen kafanı kaldırıp hiç etrafınla ilgilenmedin belki, umrunda olmayan birer et parçasıydı herkes ama kaç kişinin aklına kazındığını senden daha iyi biliyorum, üstelik kimseyi umursamadığını, ne eziyetler ettiğini izlemekten çok büyük keyif alıyordum, kimseye yüz vermiyorsun diye içim çok rahattı, sen erkek arkadaşına bağlılığından yapıyordun bunu belki ama bir başkasıyla olmayacağının güvenini duymak da yetiyordu, o bir an olsun parmağından çıkartmadığın yüzüğü görmeye tahammül edemesem, zaman zaman erkek arkadaşın şantiyeye gelip elinden tutup seni götürse de, çizgilerine önem vermen ve mesafe koyman hoşuma gidiyordu, kendi içimde kendimi tatmin ediyordum gibi bir şey. Sorunu değiştirip cevaplayayım, erkeklerin sende bulduğu şey: ruh. Şimdi bunları anlatınca kızacaksın, yapmasaydın o zaman diyeceksin ama ben eşimle öyle yoğun duygularla evlenmedim. O an mantıklı gelmişti, herkes evlenebiliyorsa ben her halükarda evliliği idare edebilirim egosunu hissediyordum. Sadece mantıkla yapılmış ama bana göre mi, zamanı mı, doğru kişi mi, ne kadar uyumluyuz diye hiç düşünmediğim, zaten bir süredir de birlikteyiz uzatmayalım diye yaptığım bir evlilikti. Çok sosyal bir adamdım evlenmeden önce, eşim de bunu biliyordu, her yere birlikte gider, zaman zaman da kendi alanımızda kalırdık. Hiç saklamadım, yalan söylemedim, ne zaman nerde kiminle olduğumu bilir, eve de onu ihmal ettiğimi düşünmesini istemediğimden vakitli gelirdim. Onun hayatını da hiç kısıtlamadım, neticede kaç yaşına gelmiş, iş, arkadaş sahibi, belli standartları olan bir bireydi, saygı duyuyordum, kavga da etsek yalan söylemeyen dümdüz bir adamdım işte. Sonra neyden rahatsız olduğunu anlayamadığım bir şekilde, sanki ben yeni yeni huylar ediniyormuşum gibi rahatsız olmaya başladı benden, açıkça varlığıma tahammül edemiyor gibiydi. Birlikte gidelim eğlenelim dediğim hiçbir yerde bana katılmadı, ayak uydurmadı, doğum günümü, yıl dönümlerimizi unutmaya, geçiştirmeye başladı. Ben iletişimin gücüne inanırım, ne istiyorsa onu yapalım, ortak kararlar verelim diye bir çok kez konuşmayı denedim, ona nasıl yardım edebileceğimi çok sordum ama kulaklarını tıkadı, konuşmadan anlamamı bekledi, anlayamadım. Sadece şunu yapma, bunu yapma demeye başladı ama neden istemediğini, duyduğu rahatsızlığı hiç dile getirmedi. Kendi kendime anlamamı istediğini düşündüm, sen diyorsun ya hani yazılarında, insan kendisi fark edemediği şeyi içselleştiremez ve değiştiremez diye, bir de kendime bakayım ne yapıyorum rahatsız edecek dedim. Evlenmeden önce ve sonra olarak gözden geçirdim kendimi, değişen tek şey daha kısıtlı ve sınırlı olduğumdu, mutlaka tadını kaçıracak bir şey yapmışımdır diye sorgulayıp durdum, o hiç anlatmadı, ben de anlayamadım. Tek tek davranışlarımı değiştirerek gözlemledim, hangisine karşı ne tepki verecek diye. Belki o zaman bulabilirim dedim kendi kendime. O her neyse bulduğumda değiştiririm dedim ama tepkileri daha da büyüdü. Çokça zaman böyle yarım yamalak, dargın mıyız barışık mı anlamadan geçti. Bazen bana saldırgan tavırlar sergileyip çok fazla kırıyor ama sonra sanki ben bir şey yapmışım gibi kendini savunacak sözler söylüyordu, aklımı kaybediyorum sandım, bir türlü anlayamıyordum. Psikiyatriye gitmemiz gerektiğini söyledim, çift terapisi almamızı önerdim, korkunç bir şekilde ben deli miyim diye reddetti. O an kültürlü bir öğretmenle değil de bir anadolu irfanıyla evli olduğum gerçeği balyoz gibi indi kafama. Bazen kendi kendime analiz etmeye çalışıyordum, aramızda koca bir duvar var ve neden bu duvara ihtiyaç duyuyoruz, neden konuşmayı denemiyor, hadi benimle konuşmuyor, bana anlatamıyor tamam ama neden başka kimseyle de konuşmuyor diye düşünüyordum. Kırgın olduğumu dile getirdiğimde bunu telafi etmek yerine sevişmek istiyordu, sevişmek istemediğimi söylediğimde de beni çekici bulmuyorsun artık diye ağlıyordu. Koca bir çıkmaza soktu beni, evden adımını dışarı atmayan bi adam oldum ama içeride de iki yabancı gibi yaşıyorduk. Bir süreç yaşıyor olabilir diye akışına bıraktım, onu rahatsız etmemek için evde sesimi bile çıkarmıyordum. Beni değiştirmek isteyip sürekli değiştin diye şikayet ediyordu ama değişen kendisiydi görmek istemedi. Evet insanlar değişir, fikirleri, bakış açıları değişir. Belki benimle evli olmaktan pişmanlık duyuyor dile getiremiyordur, boşanmak istiyor ama söyleyemediği için benim söylememi bekliyordur dedim, kaos mu seviyorum ben yani diye iyiden öfkelendi. Bazen iyi oluyorduk, ama çok bazen, düzeldik sanıyordum, bu kez de beni aldattın mı hiç diye soruyor, telefonuma falan bakıyor, bir şey bulamadıkça sildin tabi diyordu. Sonra çocuğumuz oldu ve hayat başkalaştı. Zaten kopmak üzere olan iletişimimiz tamamen koptu ve çocuktan başka konuşacak hiçbir konumuz kalmadı. Ben zaten ikisinin arasında hiç yoktum, kızımı sevmemden, saçlarını taramama kadar karışıyor, her şeyimi eleştiriyordu. Zamanla sadece ihtiyaçlarını karşılayan, işe gidip gelen ve belki de bütün duygusal açlığını, sosyal ihtiyacını işle karşılayan soğuk bir adama dönüştüm. Olur da bir arkadaşım gelecek olursa sürekli laf söyleyen, dışarı çıkmayı geçtim malum istanbul trafiğinde geç kaldım diye homurdanan bir kadın gördüm her gün karşımda. Sonra baktım ki hayatın gerçek noktasına geldim, ben de kendimi işe verdim uzaklaşmak için. Sen bana unuttuğum beni hatırlattın, gülmeyi, heyecan duymayı, sohbet etmeyi ne kadar sevdiğimi, özlemeyi, aşkı tattırdın bana. İçimin kıpır kıpır oluşu, her gün sırf seni görmek için uyanma sebebim oldun. Hakkını yemeyeyim bana hiç yürümedin, yanlış anlaşılacak tek bir cümle bile kurmadın. Ben senin için bir robot olduğumu ve robotun ne demek olduğunu daima kabul ettim, bu beni için için hep üzdü, belki bu yüzden söyleyemedim sana hislerimi, ne dersin bilemedim çünkü diyorum ya kınamadan her şeyi konuşabilme özgürlüğü tanıyordun bana ama sınır hep netti, hem erkek arkadaşın vardı söylersem bir daha yüzüme bakmazsın diye korktum. Evli bir erkek; evlenmeden önce ne aradığını bilmeyen, kendini tanımayan, henüz olgunlaşmamış erkektir. Evlendikten sonra anlar erkek aslında mutlu olmadığı, eğlenemediği, dertleşemediği biriyle evli olmanın bir tutsaklık olduğunu. Sanıyorlar ki toplumun gözünde anaç, oturaklı görünen tipler daha güvenlidir, bu insanların ne kadar bastırılmış kimlikler olduğunu göremiyorlar, ben de göremedim. Milletin onayı, insanın evindeki huzurundan daha iyiymiş gibi lanse ediyorlar. İyi de toplumun iyi diye onay verdiği şey beni evimde mutsuz ediyorsa, orası benim gerçekten ait olduğum yer, gerçekten evim mi? Mesela millete sorsan sana deli der, sadece aptallar hayatın içinde akıllı olmanın iyi bir şey olduğunu sanar demiştin bir gün hatırlar mısın? Sakın gönül eğlendirilecek biri olduğunu çıkarma buradan, sadece istediği kadının ne olduğunu bilmez erkek evlenmeden. Ben de onlardanım işte. Evlenmek, hayatını geçirmek, kendisiyle bile barışık olması için ihtiyaç duyduğu motivasyonun kaynağı, istediği kadının sen olduğunu sonradan anlayan adam’ dedi adam. ‘Benim dönüşmeyeceğimi nereden biliyorsun?’ dedi kadın. ‘Dönüşemezsin. Dedim ya ruh, ne diyorsun sen ona, mizaç evet, onu değiştiremezsin. Sen yaşamayı seviyorsun, mümkün olsa ölümsüz olacak kadar. Şimdi bana herkes eşsizdir, saygısızlık yapma, kıyaslama diyeceksin ama eşimde neşe dediğimiz şey hiçbir zaman olmadı, dönüp bakınca haleti ruhiyem neydi de evlendim anlamıyorum. Eşimin ruhumu öldürdüğünü seni tanıyınca anladım, beni hayata geri döndüren senin gözlerindi. Bir gülüyorsun Kübra, damarıma kan pompalanıyor, ölmüşüm de elektroşok uygulanıyor gibi sanki, yaşadığımı anlıyorum, güneşin batmadığı krallığın kralı oluyorum, içim kemiklerime iliklerime kadar ısınıyor, dünya ne güzel yer, yaşamak ne harika diyorum ve yaşatmak senin sadece işin değil, kişiliğin.’ dedi adam. ‘Boşanmaya ne itti seni?’ dedi kadın. ‘Kendi içimde çok çatıştım, kavgalar ettim, inkar ettim, savaştım ama aşk galip geldi ne yapayım. Kendimi kandırmanın, eşimin hayatından çalmanın, çocuğumu sahte bir aile resmiyle yaşatmanın ve evcilik oyunu gibi bir yalanı devam ettirmenin anlamı yoktu. Mutlu değildim, tükeniyordum, her gün ayaklarım geri gidiyor ve dönmek istemiyordum eve çünkü senin olmadığın bir evin kapısı cenneti bırakıp cehenneme adım atmak gibi geliyordu. Belki de hep onu aldatacağımı düşünmeseydi, beni kendinden dışlayıp itmeseydi, bana kendisi zarar vermeseydi cenneti birlikte yaşayabilirdik. dedi adam. ‘Neden illa ki ben?’ dedi kadın. ‘Çünkü çok güzelsin’ dedi adam. ‘Bu birini sevmek için yeterli mi?’ dedi kadın. ‘İşte bu yüzden çok güzelsin’ dedi adam. Kadın anlamamıştı, sorgularcasına kaşlarını çattı. ‘Kübra farkında değilsin ama sen her erkeğin birlikte olmak isteyeceği ve kaybetmekten korkacağı bir kadınsın. Sen çok güzelsin çünkü olduğun gibisin. Kızma ama tenin, kokun, fiziğin arzulamamanın imkansız olduğu gerçekler. Ayrıca sadece dış güzelliğin hiçbir şey için geçerli olmadığını bilecek kadar gerçekçi ve sana ne verildiğine bakacak kadar mantıklısın. Her şeyi ve herkesi olduğu gibi kabul edebiliyorsun, insanı insan yapan şeyin kusurlar olduğunu, kusurlu diye dışladığımız şeylerin bizim parçamız ve bizden olduğunu kabul edebilen kaç insan var? Hatırlıyor musun bir gün seni yine nasılsın diye aramıştım. İçinden konuşmak gelmediği çok belliydi, ses tonun içimi paramparça etmişti. Galiba üzgün olduğunu bildiğim tek zamandı. O gün içime yuvarlanarak bir kaya oturdu, elimden hiçbir şey gelmiyordu, kendimi aciz, çaresiz ve hiçbir boka yaramayan bir adam gibi hissettim. Göğsüm yanıyor gibiydi, acımaya başladı sürekli, tanıştığımızdan beri hiç üzgün görmemiştim seni, bir yandan senin de insan olduğunu hatırlattı bana, sen de üzülebiliyorsun gerçeğini görmemi sağladı. Sonra garip bir şekilde seni düşünmeye başladım. Ben seni hiç ağlarken görmedim, haklı olarak sinirli olduğun zamanlar dışında hiç suratını astığını da görmedim. Sen her zaman her şeyi olması gerektiği gibi yöneten biri oldun benim gözümde. Biz sana hiç destek vermek zorunda kalmadık, aksine çoğunlukla bizi ikna edip yatıştıran hep sen oluyordun. Bir çok insanın bakmaya midesinin bile dayanamadığı olayları kıl çeker gibi soğukkanlılıkla çözüyordun. Bunlar işin profesyonel kısmıydı belki, hiç birimiz içimizde olanları dışarı aktarmamaya çabalıyorduk ama profesyonellik bir yana, hayatın seni güçlü olmaya itmesine çok içerledim. Yüzlerce erkeğin içinde yıllarca tek kadın olarak çalıştın ve ben senin adını ne biriyle duydum, ne birinin sana yürümesine müsade ettiğini gördüm, ne de flört ettiğini. O çizgi herkese karşı hep netti. Çünkü neye müsade etmeyeceğini çok iyi biliyorsun, bu bir çok açıdan sana hayranlık duymam için yeterli çünkü insanların çoğu hep ne istediğine odaklanır o yüzden ne istemediklerini bilmezler. Sen 300 kişilik bir kavganın içinden şu ufacık halinle birini çekip aldın, ki geri kalan kimse o kavgaya yaklaşmaya bile cesaret edemedi. Hala o çocuğun önünde siper olup korumana, 300 hırboya korkmadan kafa tutmana duyduğum şaşkınlığı unutamıyorum. Sana bir şey olacak diye yüreğim ağzıma gelmişti ama senin duruşunda korkunun esamesi bile yoktu. Neden düşüncesizce kendini tehlikeye attığını düşünüp kızmıştım ama sonra bunu biri yapmasaydı ne olurdu diye düşündüm, iyi ki bizim gibi korkmak yerine dalmışsın kavganın ortasına, yoksa öldürürlerdi o çocuğu. Hala sana minnettar biliyorsun değil mi, kutsal bir şeysin onun gözünde. Kalabalığı dağıtırkenki otoriteni çok kıskanmıştım ne yalan söyleyeyim, erkeğiz diye ortada gezerken bizim götümüz yemedi senin yaptığını yapmaya, kendimden çok utanmıştım o gün. Projenin yöneticisi olan benim ama sana benden daha çok saygı duyuyorlardı, bazı gerçekleri kabul etmek lazım, kadınsın diye seni kenara çekmek yerine seslerini bile çıkartmadan dağıldılar. Bu kadar öküzün aynı anda utandığını daha önce hiç görmedim. Sadece soyadının değil, gözünün de kara olduğunu o zaman görmüştüm. Kabına sığmıyorsun, her an her şeyi yapabilirsin, kestiremiyorum seni, endişe ediyorum, meraklanıyorum ama kendine zarar verecek bir şey yapmayacağını bilmek içimi rahatlatıyor. Sonra düşüncelerin, hayatımda senin kadar vicdanı olan, bir şeye körü körüne inanmayan, sorgulayan ve mantığına aykırı şeylere itiraz eden pek insan tanımıyorum. Çok enerjiksin, seninle konuşmak beni her zaman iyileştirdi, daima iyi geldi. Suç ve cezayı okuduğumda kendi içimdeki çatışmayı bile hiç yargılamadan saatlerce dinledin ve çok yerinde analizler yaptın, zekan beni her zaman büyüledi. Seni ilk gördüğüm günü hatırlıyorum, o kadar küçüksün ki stajyer sanmıştım. İlk kez takdim edildiğimizde tokalaşırken gözlerine vuruldum. Ben eşimi düşüncelerimde bile aldatmadım, ta ki seni görüp tanıyana kadar. Senin olduğun her yerde kendimi güvende hissettim çünkü biliyorum ki ahlak duygun çok yüksek ve yanlış gördüğün şeye sessiz kalmayacaksın. Galiba hayatımda ilk kez sırtımı dayayıp korkmadan yaşadım sen varken. Ama işte mesela matematikçiyim, mühendisim, gel gör ki bu kadar küçük bir şeyin içimde bu denli büyüyeceğini hiç hesaplayamadım. Sadece geç kalmadan, seni kaybetmeden, uzaklaşmadan halletmek istedim her şeyi belki benimle denemek istersin, bir şansım olur diye. Pek tabi senin de parmağındaki yüzüğü çıkarmanı bekledim, hiç yalan söylemeye gerek yok, fırsat kollayarak geçirdim zamanımı. Çünkü o yüzük olduğu sürece bu konuyu açmama bile müsade etmeyeceğini ve olur da denersem beni sonsuza dek bir et parçası olarak göreceğini biliyordum, bu riski göze alamazdım. Erkek sevince görmek istermiş, seni sevdiğimde anladım. Görmeden, duymadan karanlıkta ışıksız geçen bunca zamanın, koca bir geç kalışla sona ermesini matematikle bile anlatamam.’dedi adam. 

Kadın tepkisiz halde sessiz kaldı. Adam uzaklara dalmış bakarken kadın ‘sana verebilecek bir şeyim yok, keşke içerde bir yerlerde kıpırdanan zerre tanesi dahi olsa bir şey hissedebilseydim. Söylediklerini sadece dinlemekle ve saygı duymakla yetinebiliyorum, bunun dışında söyleyebileceğim her şey vaat vermek, çok sevindim demek umut ettirmek, kararlarına yorum getirmek ahkam kesmek, yönlendirmek nutuk atmak olur. Biz toplum olarak ilişki yaşamayı bilmiyoruz, sürekli göt göte olmayı çift olmak sayıyoruz, aman erkek adamdır ipini iyi tut diye öğretiliyor kadınlara, evlendik daha ne olacak işte diyor erkekler de. Bizim çağdan bir bok olmayacağı belli, öğretiler ve ahlak değişmedikçe insan dürtülerine kapılmaktan vazgeçmeyecek, evlilik çok da gerekli bir şey mi hala emin değilim açıkçası, yalnız kaldıkça ya da insanları tanıdıkça fikrimin değişmesi daha da imkansız hale geliyor ne yazık ki. Ayrıca sana bir kez daha saygı duydum, bizim milletin erkekleri sanki medeni kanunu sadece nikah hakkı vermiş de boşanmayı yasaklamış gibi hep karısından şikayet eder ama konu boşanmaya gelince basireti bağlanmış gibi lal olur kalır, en azından sen artık istemediğin bir evliliği sürdürmeme cesaretini göstermişsin, tebrik ederim. Fakat bunca konuşmanın sonunda sanırım senin benimle birlikte olmaktan daha büyük bir sorunun var. Vesvese veren bir şeytan olmak istemem ama eşin sana kötü davranmaya başlamadan önce cinsel hayatınız nasıldı?’ dedi kadın. Adam anlamaya çalışarak baktı ‘son zamanlarda çok yoruluyordum, bizim işleri biliyorsun, kaosu, sorunu hiç bitmiyor, evlenince zaten öyle aman aman bir cinsel hayatı da olmuyor insanın, yorgunluktan uyuyakaldığım oluyordu ama yine de çoğunlukla reddetmemeye çalışıyordum. Niye sordun ki böyle bişeyi, ihmal ettiğimi mi düşünüyorsun?’ dedi adam. ‘Hayır, yorgunluk nedeniyle ihmal etmek gayet anlaşılır bir durum. Peki hamile kalmadan önce davranışları nasıldı?’ dedi kadın. Adam nereye varmak istediğini anlamayarak kaşlarını çattı ‘yani her zamanki gibiydi, hatta son zamanlarında mutlu gibiydi de. Sonra çok geçmeden sevişme isteği azaldı, bana tahammül edememeye başladı, sonra hamile olduğunu öğrendik zaten’ dedi. ‘Hamile olduğunu öğrendiğinde tepkisi ne oldu?’ dedi kadın. ‘Yani beni o kadar istemiyordu ki halime olduğu için kaygılıydı açıkçası ama sonra geçti o kaygı, rutin bağırma ve nefret seanslarımıza artarak devam ettik’ dedi adam. Kadın duraksadı ‘düşündüğüm şeyi seni kırmadan nasıl söylerim diye süzgeçten geçirmeye çalışıyorum, düşüncenin kendisini geçtim fikrin tohumunu bile reddetmek isteyeceksin ama eşinin seni aldattığını düşündün mü hiç?’ dedi kadın. Adam donup kaldı ‘gözlerinden okuyabiliyorum, yapmaz diye inkar edeceksin muhtemelen. Sana tahammül edemiyordur çünkü yanında olmasını istediği sen değilsindir. Sevişmek istiyordur çünkü suçluluk duygusunu bastırmaya çalışıyordur, sevişmek istemiyordur çünkü dokunanın sen olmasını istemiyordur, aldattığından şüpheleniyordur çünkü kendisi aldatıyordur. Yaptığını itiraf edemediği için seni tutsak ediyordur çünkü başarısız olarak nitelendirmek istemiyordur kendini. Seni uzaklaştırıyordur çünkü suçu sana yıkmak istiyordur. Sana iyi davranmıyordur çünkü iyi davrandığı başka biri vardır. Boşanmak istediğini söyleyemiyordur çünkü aldattığı kişiden istediği güveni alamıyordur. Her şeyi geçtim hiçbir şey olmamış direkt karakteri öyle diyelim, aşağı yukarı aklı biraz sağlıklı çalışan hiçbir kadın, baba ve evlat arasına set örmez, tabi eğer o çocuk seninse’ dedi kadın ve sustu. Adam dehşete düşmüş halde kadının yüzüne bakıyordu, kafasının içinde düşüncelerin bir kasırga gibi uçuştuğundan şüphe yoktu. ‘Ben teselli edemem biliyorsun, tahmin ettiğim şeyin doğru olmamasını çok isterim ama böyle bir durum varsa bir yalanın içinde yaşamanı ve kurban edilmeni izlemek de istemem. Bence bir dna testi yaptırmanda fayda var, eğer senin çocuğunsa bir psikoloğa git, evliliğin mutlaka hasar bırakmıştır ama senin değilse kabullenme sürecinden sonra psikyatriye gitmeni öneririm, bu kadar manipülasyon ve yasla zihin sağlıklı kalamaz. Seni şu an kafanın içiyle yalnız bırakmak zorundayım, zira düşünerek, konuşarak sonuç alınabilecek bir durum değil, yardım edemem. Beni sorun etmene gerek yok, sevgine asla gerçek değil diyemem, buna bir etiket yapıştırmak sana hakaret olur ama ben zor geçen zamanlarında hayatta kalmak için tutunduğun bir efektim, zaten bugünden sonra en çok beni hatırlamaktan kaçacaksın’ dedi kadın ve adamı terasta bırakarak çıktı.

Aradan geçen bir yılın sonunda kadın tek kelimelik bir mesaj aldı. Mesaj adamdan geliyordu ‘haklıymışsın.’ Hayatında iş dışında duymaktan hoşlanmadığı bir şey varsa o da haklı olduğuydu. Zira haksız olmak daha basit geliyordu, haksız olduğunda insan kendini düzeltebilir ve değiştirebilirdi ama ikili ilişkilerde haklı olmanın hiçbir faydasını görmemişti. Aksine haklı olduğu halde değiştiremediği sonuçlar, haklı olmasıyla öylece baş başa kalmasına neden olmuştu. Haklı olmaktan ne fayda sağlamıştı ki, eline ne geçmişti, gurur mu duymalıydı, haklıyım diye sokaklara afişler bastırıp bağırmalı mıydı? Haklı olmak mahkemede değilse ne işe yarardı ki?

Atilla İlhan’ın, Ankara Koleji kız voleybol takımı maçında görüp aşık olduğu, belirsiz süre büyük sabırla yollarını gözlediği kadına ‘gelme artık neye yarar’ demesi, Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık kitabında sayfalarca betimleyerek anlattığı kahramanı ‘bir salı günü öldüğünde yağmur başladı’ diyerek öldürmesi, sentetik element nobelyuma adı verilen, dinamitin mucidi kimyager Alfred Bernhard Nobel’in, yaptığı bir grup tehlikeli deneyde kardeşinin ve bir çok insanın ölümüne neden olması ve ardında bıraktığı vasiyetle Nobel ödülü verilmeye başlanması, kariyerine antropoloji ve tıp dallarında doktora yapan bir araştırmacı olarak başlayan ölüm meleği lakaplı Josef Mengele’nin, ikinci dünya savaşında ‘fırsat’ olarak tabir ettiği toplama kamplarında bir çok insanlık dışı deney yapması, hakkında idam kararı varken yıllarca başka ülkelerde kaçak yaşaması ve bir gün yüzerken felç geçirmesi nedeni ile boğularak ölmesi…. Hayat bazen öngörülemez ve beklenmediktir.

Lilith.







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...