25 Haziran 2025 Çarşamba

A Lexis Thymos

Her şeyden önce bir konuya açıklık getirerek başlamak isterim: Biz duyguları yaşamıyor ya da hissetmiyor değiliz, yalnızca duygularla ne yapacağımızı bilmediğimiz için içimize oturan ağırlığı atamayıp can çekişmiş, faydalı tarafına şahit olamadıkça tehdit olarak kaydetmiş, baş etme zorlukları nedeniyle kendi içinde boğulmuş, hissetmeye karşı aşırı bir korku geliştirmiş, bunun sonucu olarak da baskılayarak göz önünden kaldırmayı öğrenmiş ve duygusal körlük denilen noktaya gelmiş çocuklarız. Yani sanılanın aksine duygusuz değil, duygularını iliklerine kadar özgürce yaşamak isteyip, karşılığında bir çok kez dağılmayı ve kendi başına toplamayı öğrenmiş olmanın sonucunda dönüşmeye mecbur kalmış kimlikleriz. 

İnsan hangi evrim süreçlerinden geçip, neler yaşayıp hangi tecrübelerle binlerce yıl içinde bugünkü haline geldi bilemem lakin bir birey olarak ennnn ama en büyük merakım her zaman duyguların oluşumuna dair olmuştur. Öyle ki göremediğimiz, elle tutulmaz o duyguların insana ruhsal ve fiziksel etkileri, beyinde nasıl işlenerek nerelere ulaştığı, ne tür akışlar ve hangi kanallarla cereyan ettiği aklımı hep acabalarla celb etmiştir. Bugün size henüz çokça bilinmeyen, sağda solda sınırlı fikirlerin ve beyanatların olduğu ve maalesef benim de dahil olduğum bir güruhun muzdarib, şikayetçi, öfkeli olduğu, bir kısmın kişilik özelliği, bir kesimin psikolojik, bir tarafın da durum diye özetlediği ve henüz yeni bir keşif sayılabileceğinden pek de fikir sahibi olunmaması sebebiyle yüzeysel kanaat getirilmesinden bıktığım bir halden bahsedeceğim, Aleksitimi…

Kısaca bireyin kendisi de dahil olmak üzere kimsenin duygularını anlamadığı, algılamayamadığı, ayırt edemediği, açıklayamadığı ve ifade etme yeteneğinden yoksun olduğu, tıbbi literatürde ‘duygu körlüğü, duygusal sağırlık, duygu renk körlüğü’ olarak ifade edilen ve Yunanca ‘a lexis thymos’ yani ‘duygular için söz yok’ olarak çevrilen bir tanım. Alexistymos, Yunan tanrısı sanılmasının aksine; bireyin genetik yatkınlığı, beynin amigdala ve nörokorteks arasındaki iletişimin zayıf olması, travma, şiddet, istismar, taciz maruziyetleri, duygusal ifadelerin konuşulmadığı aile modelleri ile duygusal tepkilerin cezalandırılması, iletişim ve sosyallik eksikliği sonucu duygulara karşı edinilmiş bir fobi çeşididir. 

İnsan beyni her şeye rağmen ilkel halinin kendisine aktardığı ilk görevi yerine getirmek, sahibi olan kişiyi korumak ve hayatta kalmasını sağlamak üzerine  proğramlanmıştır. Neticede her türden ahlak kuralı, etik kavramı ya da düzeni sağlamak için koyulan yasak, söz konusu hayatta kalmak ise teferruat olarak kalmış, yaşama tutunmak hiçbir olgunun önüne geçememiştir. (Bkz. Savaş sırasında ve sonrasındaki dönemler) Değişen ve dönüşen toplum düzenleri içerisinde bireyin sürekli halde zarar görmeden yaşamaya devam etmesi için bir takım yenilikler geliştirmiş, canlı kalabilmek namına ortama ayak uydurmayı süreklilik haline getirmiştir. Kabul etseniz de etmeseniz de bu evrimin dik alasıdır, sizden önce de vardı ve sonrasında da dinazorların helak olduğu gibi bir meteor tekrar dünyaya düşmezse devam edecektir. Ancak konumuz psikolojik, o yüzden geri dönelim.

Aleksitimi duyguları hissederken tahmininizden çok kez zarar görmüş olmanın, duygularla defalarca acılı yüzleşmelerin neticesinde benlik bütünlüğünde hasar oluşmasının, ifade etmenin yasaklı, etmemenin de acılı olması sonucu hissetmenin korkuya döndüğü çaresizliklerin bütünüdür. Korku karşısında hayatta kalma modunu açan beynin; bir çeşit savunma mekanizması ile hayatta kalmanın yolunu duyguları görmezden gelmekte bulduğu, bir bakıma çaresiz kalmaya karşı çare yarattığı yöntemidir. Bu yöntem duyguları ifade edememenin bir ismi olabilir ancak; aleksitimik insanların ifade edemeyişi bir isim bulamayış ya da etiketleyip adlandırma yeteneğinden yoksun olmak değil, bu duyguları ölümle eş değer tutacak kadar duyduğu büyük korkudur. Zira bizim duygularımız uçlara çıkacak kadar yüksek ve yoğundur, aksi halde hissedemeyiz. Bu korkuyla duyguları kullanmamaya, uzaklaşmaya ve yabancılaşmaya başlayan beyin, insanlardan ne kadar uzak durursa o kadar güvende olduğuna ikna olur, hayatınızı da buna göre sadeleştirir, tekil ve yalnız kalmaya döner. Ve bir gün duygusal bir sinyal, dürtü, cümle ya da hisle karşılaştığında bu durumu tanımayacak kadar iç dünyasıyla bağlarını koparmış hale gelir. Artık karşılaştığı duyguları göremez, algılayamaz, duyduğunu kafasında bir yere oturtamaz, anlamlandıramaz ve bu nedenle de siz anlatmadıkça anlayamaz. Bu durum duygulara yabancı olacak kadar uzaklaşmanın, bastırmanın ve kendi ihtiyaçlarına dahi kulak vermemenin bir getirisidir. Çünkü hayatın böyle güvenli olduğu çoktan öğrenilmiş ve beyin tarafından kabul edilmiştir, otomatik pilot olarak bu modda olduğunun farkında bile olmadan kişi öylece yaşayıp gider. Bu noktadan sonra aleksitimi artık duygusal konuları sıfırlamaya ve hiç bilmemeye evrilir, duygular artık daha önce tanışmadığı, öğrenmediği birer yabancı uyaranlar halini alır, bu uyaranlara da çoğunlukla kayıtsız kalır. Herhangi bir ortamda tanıştığınız kişi size ismini takdim ettiğinde, o kişiden şu isimli şahıs diye bahsedebilirsiniz, bir tablo incelediğinizde şu isimli ressam, şair, yazar, şarkıcı, şu renk ya da bu cisim diyerek size herkesin kabul ettiği üzere öğretilen isimlerle hitap eder ve belirtirsiniz. Lakin aleksitimi, tüm bu bilinenlerin aksine öğrenmediğiniz, şahit olmadığınız ve yaşamak için aslında müsaadenizin olmadığı, şu diye gösteremediğiniz soyut kavramların bütünüdür. Bir isim koysak dahi bu bizim için yeterli değildir ve verdiğimiz ismin hislerimizden daha azını ifade ettiği kanaatine vardığımız için yetinemez, daha fazla ya da farklı ifade biçimleri ararız. Örneğin yazmak, dokunmak, bakmak, çizmek, enstrüman çalmak vb gibi. Bu öyle boktan bir şeydir ki; bir şeyler olduğunu idrak eder, içinizde bir yerlerde kıpırdanma ya da rahatsızlık hisseder, nefes almakta zorlanır, fiziksel ağrılar çeker, bu duyguları da o ağrıları tarif ederek anlatırsınız örneğin mide ağrısı gibi ama adına direkt olarak şu diyemezsiniz, demekten de korkar, kaçmaya çalışırsınız. Hiçbir sıfat ekleyemediğiniz için yalın halde aktaramaz, aynı zamanda aktardığınızda alacağınız tepkiden korkar, tabirler arasından doğruyu seçemez, kendi içinizdeki inkar süreci nedeniyle heralde şu olsa gerek diyemezsiniz. Olan bitenin ne olduğu konusunda en ufak bir fikrinizin olmasını istemez görmezden gelmeye, yok etmeye çalışırsınız zira hayatta kalma modunuzu açan korku anlatmanıza da engel olur, içinizde sıkışır, sıkar, bunaltır ve dayanılmaz bir hal almaya başlar. Hatta çoğunlukla bu sıkıntılı süreçlerde depresyonda olduğumuz sanılır. 

Bugün 33’ün son düzlüğündeyken kendime ve aleksitimik bireylere dair söyleyebileceğim en net şeyler şunlar olur sanırım: Bizler kapsanmamış, görülmemiş, sevilmemiş, kabul görmemiş ve tek başınalığa itilmiş kişileriz. Biz bir günde böyle olmadık, böyle olmayı öğrendik çünkü hayatta kalmak için mecburduk. Sınırlarımız aşılacak kadar kırılıp dökülmüş ve tüm bunların sonucunda ailemiz dahil olmak üzere insanlardan, sosyallikten uzaklaşmış kendi başına, yalnız yaşamaya alışmış ve bunu normalleştirmiş insanlarız. Zarar görmeye karşı duyduğumuz korkunç korku o kadar büyük ki, zararın ne demek olduğunu sandığınızdan çok daha iyi bildiğimiz için zarar veremeyiz, aklımıza da gelmez, gelse de nasıl yapacağımızı tasarlama yeteneğimiz yoktur, zira size zarar verme düşüncesi bile bizi kıvrandıran acılar çekmeye iter. İnsanlar bizi nasıl kullanacaklarını hiç anlayamadılar, halbuki bize bir şey yaptırmak dünyanın en kolay şeyidir. Biz hasta değiliz, yüzlerce kez düşmenin ardından aldığımız yaraların kapanması, hasarların tamir edilmesi o kadar canımızı yakan süreçlerdi ve o kadar uzun sürdü ki, sadece kendimizi bir kez daha yıkılmaktan korumaya çalışıyoruz, yani derdimiz siz değilsiniz, kendi güvenliğimiz. Siz her belirsiz davranış sergilediğinizde biz bir kez daha koruma kollarını sıkıyoruz ve asla kendimizi size bırakamıyoruz. Davranışları esas alırız, söylediğiniz şeye inanırız ve yapacağım dediğiniz şeyi yapacağınıza inanır, yapmanızı bekleriz. Ancak söylediklerinizi her yapmadığınızda inancımız ve direncimiz kırılır. Dinlemenizi ve dinlediğinize dair güven vermenizi isteriz. Paylaşmak ve anlatmak türevi şeyler bizim için çok zor kavramlar, zira bir sır gibi saklamaktan ziyade bunları nasıl anlatabileceğimizi, anlatıldığında garipsenmeyeceğimizi, dışlanmayacağımızı, yanımızda olunacağını bilemiyoruz. Çünkü bunlarla tahmininizden daha çok yüzleştik. Temelinde değer gördüğümüzün, sevildiğimizin ve önemsendiğimizin altının çizilerek gösterilmesini isteriz çünkü hayal ve düşlem dünyamız yok, söylenenleri gerçekleşmiş kabul edemeyiz, gerçekler kainatı o kadar çok başımıza yıktı ve o kadar yalnız kaldık ki, bir yerden sonra gerçek dünyada kalmak zorundalığımızdan hayal dünyasıyla vedalaştığımızı bile anlamadık. söylediklerinizi ancak yaparsanız görerek ikna olabiliriz, aksi davranışları eşleştiremediğimiz için beyin devrelerimiz yanar ve bu durumlarda anlayamayacağınız ağrılar çekeriz. Bu yüzden tutarlı ve dürüst olmanızı bekleriz. Çünkü sizinle konuşuyorsak zaten ikna olmaya razı olmuşuz demektir. Aksi halde hayatımızda tek başınalıkla hiçbir derdimiz yok ve mükemmel derecede konforlu ve güvende hissediyoruz. Bizi odamızdan çıkartacak gücü sizi verdiysek bunun size özel olduğunu kabul etmenizi ve bu fırsatı doğru kullanmanızı bekleriz. Sohbet arasında ortadan kaybolmanızı anlamlandıramayız, sizin yerinize kendimize bahaneler sunup açıklamalarda bulunamaz, sizin yerinize kendimizle konuşmalar yapmayız. Çok bahane de kabul etmeyiz zira biz olsak ne yapıp edip yerine getireceğimizi biliriz. Sevdiğimizde devrelerimizi tersine çalışmaya zorlarız, bunun ne denli bir efor olduğunu bilseniz bize tapmanız gerekir. Sürekli gerçek dünyada mantığıyla yaşayan bir beyni, duygularımızın ortaya çıkması için susturmaya çalışarak yaşarız, bu yüzden sınıra kadar bekler ve artık mantığımızı susturamadığımız noktada içimizde duygunun esamesi dahi kalmaz. Öte yandan bazı şeylerin bize özel olmasını istemek dışında sizi sıkmayız, boğmayız, kısıtlayıp üzerinizde tahakküm kurmayız. Aksine bizi yönlendirenin siz olmasını inanamayacağınız kadar çok ister, tek başına yönettiğimiz hayatımızı bir lidere bırakmak isteriz. Çoğumuzun iletişim dili temastır çünkü içsel huzursuzluklarımızı paylaşamamamız fiziksel ağrı çekmemize neden olur, bunu da ancak size dokunarak, bakarak ve sesinizi duyarak giderebilir, analiz edip kabullenebilir ve böylelikle güvenilir olduğunuza ikna olabiliriz. Görme süremiz ne kadar uzarsa size duyduğumuz inanç o kadar azalır. Bizler sadık insanlarız, insanları cinsiyetlerine göre ayırmaz herkese aynı dümdüz varlıklar gözüyle bakarız, yalnızca bir tek kişiyi özel ve farklı kabul ederiz, zira ikinci bir kişinin var olmasına kapasitemiz ya da duygularımız yeterli değil ve bunu isteyecek dürtümüz de enerjimiz de yoktur. Aksi halde kafamız karışır, yönetemez, idare edemez ve huzursuzluk çekeriz, bu da bizim katlanabildiğimiz bir şey değil o yüzden ihanet edemez, aldatmayı aklımıza bile getirmez, ihtiyaç duymayız. Yani ya tek ya da hiç mantığını benimseriz. Biz yalan söyleyemeyiz çünkü yalan söylemek için hayali mazeret gerekir, hayal dünyası olmayan bireylerin yalan söylemesini beklemek sizin hatanız olur. Sizin dedikodunuzu yapmayız çünkü hayatımızda arkadaş olarak çok az insan vardır ve bize özel olarak gördüğümüz şeylerden bahsetmekten hoşlanmayız. Dedikodu yapmak gibi bir motivasyonumuz ya da bundan keyif almak gibi bir duygumuz yoktur. Bu yüzden sizinle yaşadıklarımız sizinle gelir ve sizinle birlikte de giderler. Çok fazla yalnız kaldığımız ve tek başına idare etmeyi öğrendiğimiz için çift olmakta zorluk çekeriz. Bu siz isterseniz aşılabilecek, öylece bırakırsanız değişmeyecek bir duruma dönüşür. Varlığınızı hissettirseniz her zaman arkanızda olur, sizi korur ve ihtiyaç halinde yaslanacak omzunuz oluruz ama yok olmayı sürdürürseniz böyle istediğinizi kabul eder ve zamanla yok olmanıza izin veririz. Aslında dümdüz insanlarız, bize ne verirseniz onu alırsınız, biz birer aynayız, yansıtırız, o yüzden gördüklerinize kızıyorsanız, neden böyle oldu diye kendinize sormanız gerekir. Biz size kapağı kapalı bir sandığın anahtarını veririz, kilidi kilitlemek de, kapağı açmak da sizin neyi göze alabildiğinize bağlıdır. Biz sevmek konusunda sandığınızdan çok daha büyük bir kapasiteye sahibiz, öyle ki size bir evren yaratır, o evrenin hakimiyetini size bırakırız. Tek tanrısı, imparatoru, yöneticisi siz olursunuz ve siz ne isterseniz o olur. Her hale bürünebilir, istediğiniz her pozisyonun şeklini alabiliriz, sizi özgür kılan, yaşadığınızı hissettiren, ruhunuzu arındıran her olgu ya da faaliyeti yerine getirmek için çabalarız, bunun karşılığında sevdiğinizi, sahiplendiğinizi, kanatlarınızın altında olduğumuzu hissettirmeniz yeterli. biz size dünyayı serer, bu dünyayı beğenmiyorsanız yenisini yaparız, zira sandığınızdan çok daha güçlüyüz ve yeri geldiğinde o güç size ait olsun isteriz, yeri gelirse de tüm gücü derhal devralırız. Çünkü mutluluğunuza sebep olan şey olmak bizi muazzam tatmin eder ancak mutsuz etmenize sessiz kalmayız, zaten hep böyle sanıp konforla yaşadığınız dünyayı size bizim verdiğimizi, elinizden aldığımızda anlarsınız. Çünkü biz kim olduğumuzun, neleri yapabileceğimizin, nasıl göründüğümüzün ve siz görmeyi bıraksanız bile başkalarınca arzulandığımızın farkında olarak yaşarız. Siz bizim için bir seçenek değil, hiç ihtiyacımız yokken yaptığımız gönüllü bir seçimsinizdir ve tamamen kendi isteğimizle seçtiğimizi kabul etmenizi isteriz. Erilliğinizi, hükmünüzü dilediğinizce yaşayıp sürmenizi isteriz çünkü bu bizim eserimizdir ve eserimizi izlemeyi severiz. Sonsuz fırsat, hak, sabır ve iltimas tanırız ancak! görmezden gelmek, önemsememek ve kırmak için size bir tek hak tanırız ve bir tek şey olmanıza asla izin vermeyiz: Sünger! Aksi halde sessizce haberiniz bile olmadan arka planda tek tek tuğlalarla ördüğümüz o dünyayı yok etmekten asla çekinmeyiz. Affetmek mi? O da sizin beceriniz, tuğlaların yıkılmasına müsade ettiyseniz, daha iyisini yapacak cesaretinizin olması ve ikna edecek kadar gücünüzün olması gerekir. Ve bunları yaparken bizden alacağınız güç olmadığı gerçeğini de kabul etmelisiniz. Aksi halde sizi de hiç tanımamış gibi silmek ve unutmakta zorluk çekmeyiz. Biz duyguları yaşamıyor ya da hissetmiyor değiliz, sadece duygularımıza layık, hak edecek, ehil birine denk gelmeyi bekliyoruz. O yüzden değerinizi bilin, hayat bizim için yalın, sade ve net. Size ihtiyaç kalmayacak konuma gelmemeniz tavsiyemdir. Zira sizi sevmek için zaten duygulardan korkan bir beyne karşı geldiğimizi, kendi kontrolümüzün bizim elimizde olduğunu ve bir ayna olduğumuzu aklınızdan çıkarmayın. Tüm bunları elde edecek, sahibimiz olacak gücünüz, cesaretiniz yoksa pes etmek de bir seçenektir. Zira en büyük korkumuza karşı korkusuzca yaklaşırken, başka bir korkağa ihtiyacımız yok.

Lilith.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...