7 Haziran 2024 Cuma

Memory


Tdk’ya göre hatırlamak; unutulan veya akıldan giden bir şeyin tekrar gündeme getirilip anımsanmasıdır. Anı’msamak ise anmak, yad etmek manasına gelir. Anılar beynimizde hissetme şeklimizin, tecrübelerimizin, korkularımızın, beklentilerimizin ve bizi biz yapan geçmişimizin birer arşivleridir. ‘Ah hafıza, huzurumun baş düşmanısın’ diyen Cervantes’i anarak sormak isterim: Hatırlamak gerçekten bir lanet midir?

Bir primat türünden gelen insan, henüz tam olarak oluşumunu ve gelişim sürecini tamamlamamış, evrim üzerine kurulan kainatta yeterli ilerlemeyi şimdilik kaydedememiştir. Bunun sebebi milyarlaca yıldır var olan gezegenimizden bir çok türün geçmiş olması ve tarihin belirli dönemlerinde yaşanan felaketler sonucu yaşamın neredeyse yok olma noktasına gelmesine karşın, diğer canlıların evrilerek bir şekilde farklı türlerle yaşamına devam etmesidir. İnsan organizması, 4.5 milyar yaşında olduğu öngörülen gezegenimizde, yaklaşık 20.000 yıldır yaşamakta ve bu da evrimin tamamlanması için yeterli süreye ulaşmadığını göstermektedir. Buna karşın insan, gezegende yaşamış tüm canlılardan daha gelişmiş ve farklı, hatta üstün görülmektedir. Bu durum bir çok gelişmiş duyu ile açıklanabilirken, kasların sürekli olarak tekrarladığı şeyleri otomatik pilota alması dışında, düşünebilmesi ve geçmişine dair verileri hatırlayabilmesi yer alır. İnsanın dış dünyayı algılamasının beş temel duyu ile olduğu bilgisi, çok küçük yaşlardan beri öğretilen bir donedir. 

Görmek insanın dış dünyayı tanımladığı birincil duyusudur ve algının %80 kadar büyük bir kısmını oluşturur. Buna rağmen insan, gördüğü bir çok şeyi bir kaç saat içerisinde unutabilir. Görme duyusundan yoksun olan kişilere kör/ama denir ve sanılanın aksine simsiyah bir dünyada yaşamazlar. Görme eksikliği olmayan bir insanın karanlıkta görebilmesi için, ortama uyum sağlaması ve görmeye başlaması yaklaşık 30 dakika sürer. Ve gördüğünüz şey bir duygu ile bağdaşarak arşivlenmezse, tekrar hatırlamak mümkün olmayacaktır. Dokunmak bize fiziksel dünyadaki materyaller hakkında bir çok bilgiyi verir. Cismin ya da kişinin dokusu, yapısı, sıcaklığı ya da soğukluğu gibi bilgileri beyine ileterek tanımlar. Bir kişiye sürekli dokunmuyor, bir maddeyi sürekli kullanmıyor ve yine bir duyguyla bağdaştırmıyorsanız dokunduğunuz cismi de hatırlamazsınız. Dokunduğumuz uzuv genel olarak ellerimizdir ve ellerimizdeki sinirlerin kaybolması, algılayamaması durumuna his kaybı denir. 

Koklamak; burnumuzdaki saçımızla aynı yapıda kılların algıladıkları partikülleri işlemek üzere beyine aktarması olarak tanımlanır. İçgüdüsel olarak bazı kokuları sevmezken, yaklaşık bir trilyon kadar farklı kokuyu alabiliriz. Lakin bazen bir kokuyu bir duyguyla bağdaştırdığınızda, evrende sizin için tek olan kokuyu kodlamış olursunuz. Koku beynin en büyük hafıza kayıtlarından biridir ve bağdaştırdığınız şeyi kolay kolay unutmaz, hatta üzerinden yıllar da geçse beyin bir elektrik akımıyla sizi derhal kokuya ait kaydı hatırlatır. Belki kütlesi olan bir cismin ışık hızına çıkması mümkün olmayabilir ama anlık olarak hafızada seyahat etmek koku ile mümkündür. Koku duyusunu kaybetmeye ise anozmi denir. 

Tat almak… her canlının hayatta kalması için ihtiyacı olan mineral, vitamin ve enerji adına beslenme zorunluluğu vardır. Ve gelişmiş duyulara sahip her canlı yediği ya da içtiği gıdaların tadını alabilir. Tat alma duyusu, dildeki reseptörler ve iç yanakla sağlanırken; gıdanın yalnızca tadını değil, taze ya da bozuk olup olmadığını algılamak için de kullanılır. Çoğunlukla koklamak da buna eşlik eder. Acı, ekşi, tatlı, tuzlu ve umami olarak 5’e ayrılan tat duyusunda, umami her insanın aşina olduğu ve sahip olduğu bir tat algılama türü değildir. İnsan yediği ya da içtiği herhangi bir besini duygusal olarak bir durumla ya da kişiyle bağdaştırabilirse özel olarak arşivlenir, bunun dışında canlıların çoğu yediği yemeğin tadını sadece öğrenir. Tat kaybı durumuna ageuisa denir. Ve son olarak duymak ise, neredeyse her canlının tehlike ve güvenli ortamı algılaması için kullandığı duyulardan biridir. Av olan canlılar için dikkat gerektiren bir durumken, insan için dış dünyadan gelen uyarıcı sesleri analiz etmek olarak görülür. Duyulabilen, işitme kaybına neden olabilen ve duyulamayan sesler olarak desibelleri 3’e ayrılır. Canlı türüne göre desibel seviyeleri farklılık gösterirken, insanlar olarak bizler gün içerisinde binlerce ses duyar ve çoğuna kayıtsız kalırız. Ancak dikkate alınarak dinlenilen bir ses yahut konuşma, tanıdık bir insan, hayvan, araçların sesi ve bir duygu ile bağdaştırılan ses ya da şarkılar özel arşive alınır.

Tüm duyuların ortak noktası görüldüğü üzere bir duygu ile bağ kurulması halinde özel arşive tabi olmasıdır. Amigdala iyi ve kötü anıları duygu ile birleştirip saklar ve bir gün tanıdık bir ses, koku, tat ya da görüntü ile size bunları hatırlatır. Peki ya beyne giden tüm bu verilerde kesinti olursa? İnsan primatı tıpkı hayvanlar, böcekler, hatta bitkiler gibi hayatta kalma ilkel güdüsü ile yaşamını devam ettirir. Bir duyuyu kaybetmek, diyelim ki elin kaybı durumunda, hayatı boyunca o eli tanımış olan nöronlar, elin dönmesini bekler. Hücreler öldü ama yok olamazlar der ve artık olmayan bir parçamıza ulaşmaya çalışıp durur. Hissetmek için gönderdiği elektrik bazen uyuşmalara neden olur. Buna hayalet ağrı denir. Beyin aslında hiç pes etmez. Yalnızca eksilen duyuyu ararken, bir diğer duyuya yönelip eksik olanın yaptığını diğeriyle beslemenizi ister. Manevi kayıplar da tıpkı buna benzer.

Beyin tutarlı ve düzenli olarak devam eden her disiplini kanıksar, dikkatli ve duygusal olunan her anıyı sizin için saklar. İlkel atalarından aldığı kodların dna’ya işlenmesi dışında, siz de her edindiğiniz tecrübe, her uyum sağladığınız hayat şartı ile kendi evriminizi devam ettirirsiniz. Tarıma geçiş döneminde dört ayak üzerindeyken ellerini kullanmayı öğrenen ve iki ayak üzerinde durmak üzere evrim geçiren atalarımız gibi, bizler de belki masa başında çalışmaya evrildik. Sırt ağrısı, siyatik ya da fıtık gibi rahatsızlıkların insan omurgasının iki ayak üzerinde durmaya uygun olmamasından kaynaklandığını biliyor muydunuz? Peki kayda değer görmediği şeyleri silen beynin, kayıt altına aldığı bir şeyi unutması için hatırlaması gerektiğini biliyor musunuz?

Beyin üzerinden zaman geçen ve duygusal bağdaşma ile sakladığı her anıyı size hatırlatırken aslında tamamını anımsamaz. Özellikle negatif anılarda size zarar veren kısımların üzerini örter ve tekrar aynı hisse dönmenizi önler. Bir anıyı ne kadar çok düşünürseniz o kadar ekleme yapacak, değiştirecek ve üzerinde oynayacaktır. Ta ki anı artık aslından kopup başka bir hal alana kadar. Böylelikle sizin arşivlediğiniz anı tamamen başkalaşmış, beyninizin yeniden yazdığı, yabancı ve hissin kalmadığı bir anıya dönüşecek ve hissin olmadığı anı atık kutusuna gidecektir. Evet beyin belki prensip olarak asla pes etmeyen bir yapıya sahip ama savaş ya da kaç ilkesi sizi korumak ve hayatta kalmanız için arka planda çalışan bir program gibi işlemeye devam edecektir. Bunu bilimsel olarak açıklığa kavuşturmaktan habersiz olan toplum size ‘zamanla geçer’ diyecektir. Aslı beyin zamanla siler olacaktır. Hatırlamak sanılanın aksine lanet değil lütuftur ve beyninizin sağlıklı çalıştığının bir göstergesidir. Cervantes anılarını hafızasından gün yüzüne çıkarmaya korkmasaydı, belki de huzurunun düşmanıyla barışacaktı. İnsanın temel prensibini ve evrim denen mükemmel olguyu kavradıktan sonra inanın hayata bakışınız da, bilinç düzeyiniz de, amacınız da farklılaşıyor. Evet hepimizin derin izleri, sırtında hançerleri, kalbinde mızrakları var muhakkak. Fakat beyni yönetmek ve anılarınızla barışmak sandığınız kadar zor, korktuğunuz kadar korkunç değil. İnsan direneceği ve altından kalkmak zorunda kalacağı durumlar yaşamadıkça kendini geliştiremez, bu yalnızca hayatta yoğurulmak adına değil, beynin gelişimi için de gerekli bir unsurdur. Bana kalırsa üzülünmesi gereken kötü hatıraların varlığı değil, iyi hatıraların bile siniliyor olması olmalı. Bir trick daha, neye maruz kalır, neyi çok görür, kanıksar ve isterseniz, her gün gidilen spor, gidilen iş, geliştirilen dil gibi, beyniniz onu unutmayacaktır. İhtiyacınız olan şey hedefiniz için niyetlenmek ve harekete geçmekten ibaret. Şaşılası ama beynin istediğine ulaşma prensibi yapısının aksine bu kadar basit. Peki ya sizin zamanla unutamadığınız bir şey kaldı mı? İstediğiniz ama olmadı diye üzüldüğünüz şeyler için gerçekten niyet edip bunun için harekete geçtiniz mi? Siz hayatı kendi kalemiyle yazanlardan mısınız yoksa Cervantes gibi kaçanlardan mı? Bunca unutmaya yatkınlık arasında kim olduğunuzu, ne olduğunuzu, sizi siz yapan duygu arşivinizi hatırlamanın vakti gelmedi mi?

Size kendi özünüze dönmenizi tavsiye ederek az ötede tek başıma kahve içme faslı için ayrılıyorum. ‘çok güldüğünde insanın gözünden yaş gelir, çok sevgi nefrete dönüşür.’ Eski bir sufi sözünün de dediği gibi: Haddini aşan her şey zıddına dönüşür.’

Lilith.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...