9 Haziran 2024 Pazar

Monogram

 

İnsan hırsı, inatçılığı, dikte etmesi ve hedefe yönelmesi ile kendi istek ve arzularını kamçılayabilen, kendisi için belirlediği istikamette bin türlü badireyi göğüslemeyi göze alabilen ve istikrar gösterebilen bir varlıktır. Çoğunlukla şakağına dayanan limitler kendisini zorlasa da, kan, ter, gözyaşı içinde bitap düşüp devam edecek takati bulamasa da, verdiği emekler ve gösterdiği sabırın hatırı için vahim bir yaşayıştan dahi vazgeçmeyi kayıp olarak görür. Zahmet vererek el işi gibi ince bir sanatçılıkla meydana getirmeye çalıştığı sanat eserini, kendi istediği şekilde sonlandırma gayesi, çoğunlukla pes etme duygusunun önüne geçerek engel olur ve vazgeçmek bir seçenek olmaktan çıkar. Çünkü tutunduğu bir tek şey vardır: Umut!

Dünya güneşten aldığı ısı ve ışık sayesinde yeryüzündeki tüm canlıların yaşam döngüsünü sağlar. Bitkiler, böcekler, hayvanlar, mantarlar ve insanlar hayatını idame ettirebilmek için güneşin ısı ve ışığına mecburdur. Güneşin mevcut sıcaklığının iki kat altında olduğunu hayal edin, şimdiki halinden daha solgun olacakken, dünyanın aldığı ışık gün batımı ışığı kadar olacak, yeterli ısıyı sağlayamayacak, bir kaç sene içerisinde kıtalarda buzullar meydana gelecek ve yaklaşık elli yıl sonra ise tüm kara parçaları buzullara dönecektir. Şayet güneş tamamen sönmüş olsaydı, eksi derecelerde gaz bulutuna dönecek, yeryüzünde bulunan her şey dakikalar içerisinde tamamen buzla kaplanacak, belki sadece buzulların altında mikroorganizmalar ve virüsler dışında hayat mümkün olmayacaktır.

İnsan sosyal bir canlı olmanın gereği olarak; yalnız yaşamaya ve tek başınalığa alışık değildir. Bazı suç ve psikolojik hastalıkların toplumdan tecrit edilmeyi gerektirmesi dışında iletişim kurmak, paylaşmak, ortak noktada buluşmak, birlikte yaşam sürmek ve temas halinde kalmak zorundadır. Bir varlık olarak iç dünyasının selameti, akıl sağlığının korunması ve kendi benliğinin kabul gördüğünü onaylamak, ruhunu doyurmak için insan dış dünyaya ihtiyaç duyar. İnsan olan bir yazarın kitabıyla kelime dağarcığını genişletirken, bilim insanlarından yeni keşifler ve ister materyal ister metafiziksel olsun, yapılan araştırmaların sebeplerini ve ortaya çıkan neticeleri öğrenir. Üretici insanların elinden çıkan eşyaları kullanır, giyinir, tarımcı insanların yetiştirdiği meyve ve sebzeleri tüketir, yani insan tek başına her şeyi yapamaz ve bir şekilde başka insanlara ve bu insanların var olması gerekliliğine mecburdur. 

İnsan ortalama bir ömür içerisinde onbinlerce kişi ve surete denk gelir. Ailesi ile başlayan tanışma, akrabalar, komşular, okul çevresi, arkadaşların arkadaşları, akrabaların ve ailelerin tanıdıkları, iş ortamları, değişen çevrede bulunan insanlar, sosyal medya, filmler, videolar ve belgeseller derken uzun uzadıya giden bir yüz tanıma sistemi gelişir. Zamanla gördüğü yüzleri okur, tanımlar, iyi ve kötü hissiyat vermeleri ile ayırır, dost mu düşman mı olacağına karar verir ve bir gün gördüğü milyonlarca yüz arasından biri tüm diğer yüzlerden ayrılır. Bu yüz diğerlerinden farklı sinyaller veren, beyninde bir uyaran niteliği oluşturan, kalbine, ruhuna dokunan, adrenalin ve noradrenalini ayaklandıran ve tüm duygularının hücum birlikleri gibi çalışmasına sebep olurken; yüz milyar nöronun nerede görse tanıyacağı ayrıcalıklı tek kişi olur. 

Arapça ‘aşak’ yani sarmaşık kelimesi ile aynı kökenden gelen aşk, şiddetli ve yakıcı bir sevgi ağının tüm yönleri ile insanı sarmasını ifade etmek için kullanılır. Neticede aşk tek kelime iken, duygusal olarak tek başına gelen bir durum değildir. Coşku, arzu, sevinç, neşe, bağlılık, sevgi, özlem, istek, ilgi, mutluluk, sadakat, haz, saygı, güven ve itibar etme gibi dallar halinde yeşerir ve yakıcılığı tek kelime olarak işk, aşeka, ya da aşk şeklinde ifade edilir. Hayattan daha fazla keyif almaya, istek ve arzuların artmasına, içsel dünyanın ihtiyaç duyduğu tedaviyi almışçasına iyileşmeye başlamasına, bakılan, görülen her şeyin daha manalı gelmesine, tahammül seviyesinin yükselmesine, seratonin artışına, öfke ve sinir durumlarının azalmasına, tutunmak ve hayatta kalmak için dayanak oluşturulmasına ve biricik olan kişinin biricik eşine kavuşmasına vesile olur. Ruhsal kaygılardan üşüyen bedeninin ısınmasına, korkuların yerini umutlara bırakmasına, nefret duyulan durum ve kişilerin bile affedilebilir olmasına, zihnindeki tüm felaket senaryolarının, başına gelebilecek kötülülüklerin def edilmesine ve yaşama isteğinin artmasına yol açar. İnsan aşktan önce bir karanlıktır ve aşk bir güneş gibi ısı ve ışık saçarak insanı aydınlığa ulaştırır.

Tüm bu güzellikleriyle aşk; insana insan olduğunu hatırlatır ve yaşadığı evren içerisinde kendisine özel bir evren yaratmasına neden olur. Bu evren iki aşığın birbirine olan tüm duygusal, sözel ve fiziksel ifadelerini ilettikleri, özel, korunaklı ve şaşalı bir kaledir ve diğer tüm insanlar bu kalenin dışında kalır. Kişi tüm duygularını, arzularını, fiziki olarak sahip olduklarını tek bir kişiye emanet eder ve monogram ya da exclusive olarak adlandırılan özerk ilişki, iki kişinin iç dünyalarını birleştirerek nihayet meydana gelir. Lakin aşk yakıcı olduğu kadar yıkıcıdır ve insan bunu tecrübe ederek de olsa muhakkak öğrenir…

Pozitif ve iyi olarak adlandırılan tüm duyguların yanında aşk; kırılmayı, üzülmeyi, öfkeyi, hırsı, hayal kırıklığını, gururu, ağlamayı, kahrolmayı, içerlemeyi, alınganlığı ve bilimum negatif duyguları da içerir. Kendi dünyasının tartışmasız tek hakimi, gücü, egemeni ve sahibi olan insan, tüm varlığını aşığına teslim ettiğinde, hayatının gidişatının artık ona bağlı olduğunu, göğsünden çıkmak istercesine atan kalbiyle baş başa kaldığında öğrenir. Yaşam sevinci derin yaralara, coşku umutsuzluğa, teslimiyet ihanete dönüşür. Ve ihanetin yalnızca fiziksel ya da zihinsel aldatmaktan ibaret olmadığını, aşığına emanet ettiği duygular paramparça olduğunda acı bir şekilde öğrenir. Af yerini öfkeye, güven korkuya, teslimiyet kendini korumaya, inanç acaba’ya, sevgi hayal kırıklığına dönüşür ve dünyasını aydınlattığını düşündüğü güneşi yavaş yavaş sönmeye başlar. 

Isının düşmeye başlamasıyla dünya, yaşamını sürdürmek için ihtiyacı olan ışığı alamamaya ve içindeki duygulara yetememeye başlar. Isı ve ışık azaldıkça bir ilişkinin temelini oluşturan unsurlar donmaya, güneş söndükçe içi de buz kaplamaya başlar ve nihayet bir gün kendi içindeki dünya tamamen buzullardan oluşan, yaşamın bittiği bir gezegen haline gelir. Geriye soğuk ve sert buz kütlelerinden başka bir şey kalmamış, canlı hayatı sona ermiş, neşeli ve cıvıl cıvıl iklimi sona ermiş bir varlık olarak, tortu denilebilecek mikroorganizmalardan başka bir şey kalmamıştır… 

Dünya, içinde yaşam bitmiş olsa da var olmayı sürdürecekti elbet, belki uzun bir evrim süreci gerekli olsa da bir gün mikroorganizmalardan yeni bir canlı türü ortaya çıkardı kim bilir? Öyle ya gezegen de olsa bir gün her şeyin varlığı nasılsa sona ermeyecek miydi? Güneşin olması ya da olmaması neyi değiştirirdi, zaten yok olacağı güne kadar dünya da varlığını korumak zorunda değil miydi? Belki güneş varlığını tekrar gösterir ve ihtiyacı olan ısı ile ışığı kendisine sağlamaya devam ederdi. Dünya dönmeye devam edecekti, hiç kimsesizlik ve yalnız başınalıkla idare etmek zor değildi, nasıl olsa güneşten önce de hayatı böyle değil miydi? Gidip kendisine bir kitap almalı, kahvesini içmeli ve yaşamın yeniden başlaması için beklemeliydi. Nihayetinde her şeyin bir sonu varken koskoca evrende sonu olmayan bir tek şey vardı: Umut. 

Lilith.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...