17 Haziran 2024 Pazartesi

Unalome


"Kadınlar insandır, erkekler insanoğlu” - Neşet Ertaş 

Yüzbinler, milyonlar ve hatta milyarlarca yıldır varlık adına aranan gayeler bütünü: İnanç... 

İnsanlar ve oğulları, yaşam denen döngü içerisinde tüm işine gelmeyen ve zorluk diye adlandırdığı olay veya olaylara dayanma gücünü bulabilmek üzere bir isim buldu. Öyle ya her şey beşerin kullanımı, rahatı, hayatı idame ettirebilmesi içinse, beşer de bir amaç için olmalıydı. Bir kudret, biraz fazilet ve muhakkak mukaddes bir amaç olması dışında ne için var olmuş olabilirdi?

İnsanlar ve oğulları birbirlerinden olduklarını, birbirlerinden doğduklarını ve birbirleri ile doyduklarını göz ardı ederek; nice iç savaşlar, soğuk savaşlar ve sıcak savaşlar verdi. Ancak nihayetinde bunların en büyüğünün kendisi ile olan savaşı olduğunu geç olduğunda anlayacaktı. Eve sığamadı, işe sığamadı, mahalleye, şehre, ülkeye hatta dünyaya ve sonunda göğüs kafesine bile sığamadı.

Doğduğunda gördüğüne, kendine öğretilene, toplumun işaret ettiğine ve coğrafyanın müsaade ettiğine riayet etti. Her zaman bir amaç ile sınandığına inanarak sürdürdüğü yaşamında kendini en üste koydu ve kıymetli bir varlık olduğuna ikna oldu. Bu ikna ile yapabileceği seçimleri reddetti, kararlarını engelledi, söyeleyeceklerini sustu çünkü gerek yoktu, onu sanki bir cctv gibi biri ya da birileri uykusunda horlarken bile izliyor ve işitiyordu. Acıya inandı, kedere, öfkeye, kine, sevgisizliğe ve hatta nefretin gücüne inandı ama... inandığı şeyin adı Tanrı değil miydi? 

Kendini düşünmesi gereken her alanda bir karar vermek yerine görünmez bir elin müdahale etmesini, bir işaretin ona yön vermesini bekledi. Ailesinden, toplumdan "ayıp" denen kavramı öğrendi öğrenmesine de, kendi içinde hep delip geçmemek için mücadele verdiğini hiç söyleyemedi. İstemiyorum demedi, yapamam, bilmiyorum, emin değilim, korkuyorum, vazgeçiyorum demedi.  Galiba uhrevi bir gücün istenmeyen durumu yok etmesini temenni etmek, buna bizzat sebep olmaktan çok daha kolaydı. Çünkü adı seçim değil "kader" olacaktı.

Bir gün büyüdü insan ve oğulları. Öğretilerden daha fazlasına haiz olduğunu, keşfe açık olduğunu, her şeyin öyle anlatıldığı gibi olmadığını gördü. İnsan bir erkeği etkilemenin, oğullar ise bir gece, belki de bir kaç saat için bir kadına sahip olmanın arzusunu taşıdı. Kendini daraltan, nefesini kesen, göğsünü sıkıştıran, aklında dönüp duran tüm sorunları unutmanın bir yolunu buldu: sevişmek... Fark etti ki sevişirken duyduğu arzu ve şehvet, titreyerek boşaldığı an'a kadar her şeyi unutmasını sağlıyordu. Vücudundaki kan dolaşımı tüm basıncını serbest bıraktığında yanındakine dönüp baktı insan, sadece sevişmek tek başına yetmiyordu ve sonunda tavana bakarak içindeki girdaba döndü.

Ait ve sahip olmaya, bazen verdiği sözü tutamayacağı için kaygılanmaya, karakter olarak adlandırılan yapı taşlarına sadık kalmaya, muntazaman güç bela inşaa ettiği güveni sarsmamaya, istek ve arzularını makul seviyelerde tutup, olmayacak işe amin dememeye çabaladı, çabaladı, çabaladı ve bocaladı. Yaşam ve ölüm arasında geçirdiği sürede iyi anılmaya, beddua edilmemeye, ah almamaya uğraştı ve fakat kendini unuttuğu, mutlu olmanın ne olduğunu hatırlamadığı zoraki bir evreye itildi. İki kişiydi tek kalmaya itildi, özgürdü bağ kurmak uğruna baskı altında yaşamaya itildi, güven sağlamak adına şartlı alıcı olmaya itildi, vakti varken tanımak yerine önyargıların zindanında hücre yaşamına itildi ve itildiği yerde terk edildi. Sahi soran oldu mu "mut" ne demekti?

Bazı insan ve oğulları büyüdüğü, hayat döngüsünde geçirdiği sürede döktüğü tüm göz yaşlarının ardından, olgunluğa erişmenin zaman aldığını kavrayarak Maslow piramidinin dört ve beşinci basamaklarına ulaşmayı başardı. Nitekim çevre denen faktörün kişinin içine sinmeyen adımı atmak istememesinden bihaberken; düzen kurmanın onlara göre gecikmesinin sakıncalı olduğuna, bir yuva adı altında yeterince emin olmadığı adımları atmasına sebep olabileceğini göremedi. Toplum insanın, oğulun kimliğinin keşfedilmemiş ve uyumun ölçülmemiş olmasıyla ilgilenmiyordu. Sırtını yaslayacak kadar güven duyabileceğinden, aidiyetini ve mahremini teslim edeceğinden şüphe duyması, karşısındaki dahil kimsenin umrunda değildi. Onlara göre bir tek doğru vardı ve doğru olan şey mazeretsizce beklenmeden yapılmalıydı. Fakat oğullar henüz zihninin istekleri ve kontrolü konusunda fikir sahibi değilken, bir kadının kapıyı açmasını istemek yeterli miydi? Anlayış, saygı, arkadaşlık, özgürlük, birlikteyken bile birey olarak kabul görmek, destekleyicilik, önemsemek, öncelik vermek ve en önemlisi güven, bunlar neredeydi?

Oğullar inkar ettiği her rahatsız edici huyuyla yaşamaya mecbur, arkasında duramadığı her söz için yok sayılmaya mahkumdu. Dinlemediği için kırılmak, önyargılarını çürütemediği için terk edilmek, insanı şahsi koşullarına göre değiştirirken kendini kusursuz görmek, suçlu olduğunu bile bile gururundan ödün vermemek, üstelik buna da sen hak etmiyorsun demek bir seçimdi ve seçimler tüm hayatın gidişatını değiştirmeye yeterdi. Nasıl yaşamak istediğine karar vermek, kim olduğunu bilmeden mümkün olabilir miydi? Yorgana sarılmanın bile bazen çift olmaktan daha iyi geldiği, gelecek tasalarının ortak paydaya empoze edilemediği, bir bakışla anlaşmak bir yana, kendini ifade etmesine fırsat bile vermeyen biriyle hayat nasıl devam edebilirdi? Yapılanlar sınırları ve saygıyı yok sayarak diretme ve fikir almadan sürerken, insan ve oğulları ayrı bedende ruh birliğini sağlamayı becerebilir miydi? iletişim sürekli yan yana olmakla aynı ifade miydi? Sırt çevirmek de sahip olmaya dahil miydi? Sahip olmak, istediğinde gidebilmek mi demekti? Sevginin nefrete takılması narsistlik değil miydi? Kehanetin gerçekleşmesi arzusu kiralık katilin kendisi değil miydi? İnsanın tek sahibi Yunus da olmasa duygular tercümansız değil miydi? Sahi senin adın neydi?

Scotty ışınla beni!

https://music.youtube.com/watch?v=ykb2fmdJQOM&si=d-p_r0cmP3TfvELl

Lilith.

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Desire

İnsan eski çağlardan beri kendini ifade etmenin bir çok yolunu denemiş, mağaralara resimler çizmiş, papirüsler icat etmiş, tabletlere dizele...