İnsan bin dil de bilse, kelimeler bazen ifade etmek için yetmez. Sembol, işaret, nesne bile kifayetsiz kalır da, göğüs kafesini açıp derdini tam da şu diye gösteremez. Ne zan, ne ah, ne de zaman mutlaktır, suç sona da erse, alehe kanun geri yürümez.
Fişek timsali esen rüzgârın harladığı bir ateşim şimdi, gönlüm hare hare yandıkça eriyen tasavvuf pervaneleri gibi. Ah, huzur gidiyor can gibi bedenden, bir ayazım ben buralarda, gökten uzak kendi iliklerine işleyen. Diyorum ki; vakit çok acı inlemelerle geçiyor, tarihin tekerrür kabiliyetine çıkardığım şapka unufak ediyor başlayarak tırnaklarımdan, oysa bir yastıktım ben, çarpmaması için kapı önüne konulan.
Kapıda söylenen türküler işitiyor kulaklarım, dövünüyor taş gibi sinem, olmaz olasıca bir figân tutturuyor, gider gibi el ayak çekerek ömrümün senelerinden. Uzunca oturup küçük düşünerek eridi koca kış güneşi, uzaktı oysa bana tutkular, el-alem gibi yüzümü çevirsem değeceği kadar mesafelerden. Zaman ne eğreti, ne büyük emanetsin omuzlarımdan yüklenip belimi kambura çeviren. Oysa küçük bir kız çocuğunun kadınlık evresine geçişinden ibarettim, neyin nesiydi terbiye edercesine vurduğun sillen?
Düş kırıklıklarımla selamlaştım geçenlerde, öylesine yavan ve ürkek, telinden sökülürcesine bir sazın el-aman ediyor feryatlarım, etme, ben ki savunmasız bir insanın öteye itilmiş evladıyım, bir mavi sızıyla bir başıma bırakıyorsun beni tasalarım henüz gün yüzü görmeden.
Bir tabure çektim zor günlerin altına, sus dedim yağmur duasına çıkan göz pınarlarıma. Ve gülüşüm kaçarken yansımamdan, çaresizliğimden pustum an be an, oysa bir kalemdim ben, eski bir teyp kasetini sarmak için kullanılan.
Kaç sigara yaktım bilinmezin ardından ve kaç geceyi birleştirdim sabahlarla eşliğinde öten bir çekirgenin. Evimin ön bahçesi kadar çorak, hanemin içi gibi mahremdi şayet irdelenmeseydi öfkem. Bir demet çiçek sunarak af olunmak isteyiş gibi manasız şimdilerde özür ve görünen köy gibi önümde duracak kadar ayandı kabahatler. Durdum düşünürken aniden, her gidiş bir gelişti belki ama gelişi görmek istiyor muydum sahiden?
Bir yaman çekişki sardı alev alev her yanımı, yokladım kendimde kendimi, ben yerimde yoktum ve maziye benzedi birden yad oluşum.
Üstü açık bir arabaydı dünya, yağmur da yağıyordu başıma, taş da. Ve endişeler dedi içimden bir ses fısıltıyla, bir zehir gibi işliyor yavaşça kanıma. Dokunduğum her yer yanıyor şimdi, hayret saç uçlarına kadar kırılabiliyormuş insan, hayret hükmüm siliniyor bir bir aslanı olduğum ormandan, oysa bir imla kılavuzuydum ben, kullanılmak üzere alınıp rafa kaldırılan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder